Perşembe, Aralık 30

Zaman devrik bir cümle; yıl yenilenirken!


















Arkama yaslandım, yazıyı sağa yasladım ardından..
yüzümü çevirdiğim bir yıla bakıyorum,yürüdüğüm,soluduğum, soludukça yaşadığım..
ve artık diyorum geriye bakmanın zamanıdır..
içimde yine bir heyecan var yeni bir yılla tanışmaya hazırlanırken,bir de daha cesurca atan bir kalbin titreşimleri..
aynı gözlerin sahibiyim varoluşumdan beri ama başka başka bakmak o gözlerle, bunu başarıyor olabilmek kıyısından köşesinden; bu güzel, çok güzel:)

içimden bir ses uzun bir yazı olacak bu diyor..
hesabı istiyorum bugün..hesabı kapatıp kalkacağım..
yeni bir cümleye başlayacağım ardından..
ama şimdi yarım kalan cümlelerin tamamlanma zamanı..
fazlasıyla uzayanların, uzarken eksilenlerin, eskilerin, yenilerin..
ama noktası gelen her cümlenin tamamlanma zamanı..
"sırf başlayıp bitirebildiğim bir hikayem olsun diye..bıktım ardımda yarım kalmış cümleler taşımaktan.." dediğini duyuyorum dizideki yusufun..
haklısın diyorum..ben de bıktım..

yeni bir cümleye başlarken noktasını sonsuzluğa ulayıp gitmek istiyor insan hep..
ama çoğu zaman zor..herkesin ritmi aynı değil şu hayatta..
ortak cümlelere koşulsuz şartsız bağlı kalamıyor herkes, anlamını sonsuza eşitlemelerini duyamıyor..
oysa umudu her dem tazelemeyi öğrenmiştik biz, kimbilir ne zaman..
kullanılırlığını silmek bazı şeyler adına hiç kolay değilmiş meğer..
kıyamadığın onca şey merhametine bel bağlıyor..
o merhametin canını yakmasını umursamıyorsun..
lakin tazeliğini yitiren umuda zamanı geldi deyip noktayı koymak da gerek..

kocaman bir yıl duruyor önümde şimdi..
neler yaşadım diyorum..neler yaşadık?
dünya gözüyle neler gördük?..sonra gözlerimizi kapadığımızda gördüklerimiz nelerdi..?
bu şehir kaç mevsime arkadaşlık etti değil mi, kaç geceyi çekti yorgan niyetine üzerine..
bazen bir günün içinden kaç akşam geçti..
kaç yıldız kaydı o gecelerde..

kaç kişi eksildi dünyadan, içimizden sonra?
yağmur taşları eskitirken, kah evlerin penceresinden, kah bir otobüs camından ıslanan şehri, ıslanan yolları, ıslanan insanları izlerken, yağmuru indiren meleklere hangi dualar teslim edildi..?

baharın kolları sıvayıp iş başına geçtiği zaman kimlerin yüreği yeşillendi çiçeklere bürünen ağaçlarla?
Güneş kimlerin kimlerin içine işledi..

bir yıl, istense de bir öncekinin tekrarı olamayan bir yıl..ve asla olmaması gereken.!
'yaşadım' kadar kısa bir cümleye sığabilir oysa bir yıl,bir ömür..
sadece yaşayanların hatırladığı kadar derine iner..
neler olmadı ki bir yılda 'ben' için/de..
delicesine mutlu olduğum, ve o mutluluğun zirvelerinden en derinlere indiren hüzünlerle boğuştuğum..
usandığım, yorulduğum,konuştuğum..uzun uzun sustuğum..
ne çok anlatmaya çalıştım kendimi mesela,sonra ne çok usanıp sildim sesimi..
ne çok yürüdüm ayakalarım acıyana kadar..
kaç kez baktım uzaklara..
uzaklara kaç kez vardım..

yeni şehirler, yeni insanlar tanıdım..tatmadığım lezzetlerin tadını duydum damağımda..
gözümün daldığı yolculuklar yaşadım..incinmediğim,incitmediğim şehirler gezdim..
denizle hasret giderdim..elimi yakan kumları içimi yakanlarla değiştim..
başka şehirlerin gün doğumunu izledim ve başka şehirlerin suyunu içtim kana kana..
güldüm,unuttum..hislendim..
ağladım, ağladım, ağladım..burnum silmekten yara olana kadar akıttım gözyaşlarımı..
akan gözyaşlarımda hep yeniden insan olduğumu anladım!..

ve en çok alışamadım belki..
insanoğlunun dikenli,umursamaz,can yakıcı haline, her akşam haberlerde gördüklerime,siyasetin aynılığına ve boşunalığına,kendinden başkasını duymayanlara,sevmeyenlere,kendinden zayıfları gözetmek yerine horlayan zavallılara, elinden geleni hiç bir zaman yapmayanlara, hissettiği gibi olmayanlara, doğru budur diye bütün yanlışları beynimize beynimize dolduranlara,milyonlarcasına..,alışamadım evet!..
hala tek derdi bir lokma ekmek olan insanlar varken dünyada, kimilerinin ucuz savaşlarına,dünya malına düşkünlüklerine kanım donarak baktım..ıslah et Allah'ım diyerek..
evsizlere parklarda bahçelerde rastlayıp, "ne işiniz var burda " diyerek itip kakan polislere belediyecilere her neyse işte bunların kurduğu bütün mantıksız cümlelere alışamadım..

mantık dışı sözcüklerin büyüyerek çoğalamasına dayanamadım bu yıl da..

***
çocukken geleceği özlerdim diye bir cümle kurmuştum bir yerlerde..
o çocukluk kendini bu kadar mı özletir diyorum her devrilen yıl..
'müsaitseniz annemler size gelecek' demeyi özlediğimi düşünüyorum mesela şu an alt ya da üst kattaki komşuya.)
böyle bir zamanı arşınlamış olmanın mutluluğu da yetiyor kimi zaman ama.
çok şükür:)

...
bu yıl da güzel şeyler oldu ama,özlemler bir yana-ki o güzeller güzeli:)-..dengesini yine korudu hayat..
'yaşıyorsun hayattasın' demek için, hem acı verdi, hem mutluluk..

hastane odalarından kutlama yemeklerine, zorlu sınavlardan güçlü galibiyetlere, melankolik sabahlardan ışıltılı akşamlara kapılar açıldı..
dostların sayısı arttı, dost sohbetleri sonra..
kurduğumuz cümleler kısaldı bazen,tek kelimeyi dolu dolu kullandığımız günleri gördük dünya gözüyle..
kırk yıl hatırı olan kahveler yudumladık,başka başka dost yüzlerle,başka başka muhabbetlerin tadını çıkardık..
tamamladık ya da eksik kaldık..
kendimizi unutup başkalarının ayakta durması için uğraştık..
kalbindeki yaranın daha çok kan sızdırmasını önlemeye çaba yetiştirdik..

kimi zaman kendimize duyuramadığımız anlamlı, büyük, etkili cümleler kurduk, başkalarının hayatını iyileştiren..
ve aynı cümlelerin nasıl olup da kendimize fayda sağlayamadığına hayretler ettik bir kez daha..

elimizde anlamını kavramaya çalıştığımız cümleler tuttuk, ve bazen aynı zamanda tek bir kişiye söylenmesi gerekenleri başkalarının avuçlarında gördük aynı suretten..anladık..
ve böylece anlamanın nasıl bir boğaz ağrısı olduğunu da anladık,başka bir dilde..

şarkılar tuttuk radyodan, şarkılar söyledik..
yaz sıcağında hep aralık duran pencereden akasya kokuları çektik içimize..
kitaplar okuduk, habire;bize yol olan, yar olan kitaplar..
tazeledik kendimizi durmadan..
pek çok duyguyu tadarak hem de..
onun bunun ne dediğiyle her yıl daha az ilgilendiğimizin farkına vardık..
kendi seçimlerimizi yaşamaya başladık..
'bu yol benim' demeyi benimsedik..

ve sabır tabiki, bir sabrın terbiyesini daha fazla sırtlandık bu yıl evet, hele de kendi adıma...
....
şimdi bir yol iptilasına tutulmuş gibi ruhum..
kalbim neşeli, hür, huzurlu ve gezgin..
eşyalarını toparlıyorum..göçebe bir hayatın..


istiyorum ki dillerini bilmediğim memleketler göreyim, okyanus öteleri..sınır öteleri, fikir öteleri..
renklere bulanayım  Mevla'nın yarattığı cümle mahlukatta..
sırlara erişeyim..
içimdeki semavi özü keşfedeyim her yıl daha çok..
gittiğim yerlerde kendimi karşılamak istiyorum artık!..
kendi kendimi bulmak!..
bulmak ve de!

şimdi şu saatte evden çıkıp bütün şehri ayaklarım acıyana dek arşınlamak geliyor içimden:)
evlerde yanan ışıkları saymak..
bacası tüten evlere..ve 'ne tüttüğünü yalnızca Allah bilir' dediğim yuvalara bakmak..
içimden hikayeler türetmek..
belki kağıt toplamak istiyorum evet, tarlabaşı sakinlerini anlamak gibi burda da onlardan biri olmak..

herkesin kendince haklı olduğunu savunduğu dünyada, tüm bu haksızlıkları kimlerin sahiplendiğini bulmak istiyorum bir de..
içimdeki olumlu elektirikten paylaşmak herkesle sonra..

bugün nasıl güzel bir gündü nasıl harikaydı onu düşünüyorum ve de..zamanı yılın sonuna devirirken..
buluşmamız 10 yılı aşmış olan dostlarımın nikahında bulunabilme şerefine nail olmak mutluluğu nasıl güzeldi:)
nasıl güzel paylaşmak..
hem kız hem erkek tarafı olabilmenin tadı:)
kaynaşıverdiğim teyzeler:)fotoğraf kareleri, mutluluğun resmedilmesi..

sabahın enfes renkleri,muhteşem havası..
aynaya bakmadan saç baş dağınık dışarı fırlamış köpekcikler sonra:)
bu mutluluğu katlıyor bugün herşey..
yılın sonuna varmışken hem de..
yılı tüm şenliğiyle noktalamak.
**

kendime çok yakın bulduğum bir yazarın dediği gibi:
"Öğrendik artık evet..zamana zaman tanımak gerek..
bazı kederler mutlaka dönüşecek.(..)
bu yıl ne getirir bilmiyorum.
Tek bildiğim Rabbim 'şükret' diyor bana.
"yaşadın, öğrendin ve sahibi olduğun her güzelliğin bedelini pek güzel ödedin..
yaşama sevincin dahil..Aferin..!"

hiç bir fikrim yok bu yıl başıma geleceklerden..
hepimiz gibi,herkes gibi..
yarın var mı biliyorum..

lakin nefesimiz varsa hayata daha..
ben yine dalında açan çiçeklere şaşıracağım, sevinip heyecanlanacağım.
hayvan sevgim kabaracak günbegün..
günlerden, belki aylardan da çok hissem olacak bir çocuğun gamzesinde..
sevgiyle doyuracağım yine karnını kalbimin,ruhumun..
ömrümün törpülediğim yerine denk gelmeyecek sevgi diye diliyorum..
insanları, şehirleri,dünyayı,kendimi tanımaya adım atacağım yine..
bir el olacağım uzanması beklenen bir yerde.
çocukluğuna balon almışlar gibi mutlu olacağım en ufak şeyle..
ve anlamak yorgunu kalsam da yine anlayacağım evet, yine anlamaya çalışacağım dünyayı içindekilerle..
bütün olmaya çalışırken yine tüm duyguları kucaklayacağım en acı olanından..
ve belki kendimi karşılayacağım gittiğim yerden.!

şimdi eşyalarını toparlıyorum göçebe bir hayatın..
giderken herşey daha güzel, daha anlamlı..
bir daha karşılaşır mıyız bilmiyorum..
kimlerin gözü değiyor bu uzun olacak dediğim yazının son satırlarına..bilmiyorum..

"ama umuyorum yaşamaya devam edeceğiz ve umuyorum yine görüşeceğiz..;)"

bu yıl barışın, tokluğun,birliğin ve varmış'lığın yılı olsun inşallah..
huzurlu, mutlu, sağlıklı, güzel bir yıl dileğiyle..




-Ebr-i Nisan-
2010......

Pazartesi, Aralık 20

Sağır ettik hislerimizi en acıtan yerinden..


Tam karşıdan geliyorlardı, parkın yamacında yukarıya doğru yorgun adımlar atarak..
el ele tutuşmuş pamuk mu pamuk bir çift:)
kaç kış görmüşlerdi, ömürleri neler resmetmişti saklı gizliydi hepsi ama uzun bir ömrün yorgunluğunu birlikte sırtladıkları okunuyordu yüzlerindeki huzurdan..
nasıl, nasıl güzellerdi:) yanımdan geçerken bana gülümsediler, selamlaştık..
artık nasıl bir bakış duruyordu yüzümde göremedim ama biliyordum, gözlerimden aşağıya ısındığımdan..

dışarısı soğuktu, heyheylerim tepemdeydi, ağzımdaki mentollü olipsin gıcık bir öksürük krizi oluşturmasına, ardından geçsin diye içtiğim suyun üşümeme fazlasıyla katkıda bulunmasına içerlemiştim..
kendimle kavga ediyordum , içim titriyordu durmadan..
sonra gözümü dikip ne dediklerini göremediğim bakışlarımla bu pamuk çifti selamlayıp sıcacık oluken 'gülen gözlere' dönüşüverdim:)
maşallah'lar geçti içimden, 'aman nazar değmesinler':)..
bunca yıla rağmen yüzlerine,üstlerine başlarına sinmiş sevgileri, insanların durmadan törpüledikleri taraflarına inat sapasağlam duruyordu işte!(maşallah:))..
**

'gidip bakayım ömrünün neresini törpülüyor' diyen yeditepe istanbul dizisinin ömer'i geldi gözümün önüne..-e kaç saattir onlarla uğraştım tabi:)-

hep öyleydik ya biz! durmadan törpülerdik
içimizde tuttuğumuz, kişi başına düşen kar zarar defteri yoktu aslında kızarken, herkes payına düşeni yaşardı..
ama biz yine de 'başkalarına zarar vermektense' diyerek kendimizle ettiğimizi sanırdık en çok kavgamızı..
hep azalan, hep eksilen,kırılan dökülen tarafları bir de biz inceltirdik..yetmezmiş gibi..
sağır ediyorduk hislerimizi en acıtan yerinden..

en çok da seven bölümünü belki..
çünkü etrafa bir bakınca en çok sevgi eksik..sevmeden olmuyor hiç bir şey işte!
işini sevmeyen insanlar yüzünden geleceğin umudu sallanıyor dalında,düştü düşecek..
birbirini sevmeyen insanlar yüzünden 'barış'ın rengi soluyor giderek..
bir çocuğu sevemeden gelecek nasıl aydınlık olur??
bir çiçeği, bir böceği sevemeden olmuyor işte kendini sevmek bile..
sevenlerin sevgisi yetmiyor!
gerçi 'sevgi ne demekti' diye sorsalar kaç kişi cevap verirdi ki!!

oysa bastığın kaldırımların bile senden alacağı var..
kafanı kaldırıp bir kez olsun bakmadığın ama yanından defalarca geçtiğin akasyanın..
baharın meybuz kokusunu içine çekerken sana minder olmuş çimenler..
kaç kez sevdin onları söylesene???!
yoksa yolup yolup atar mıydın otururken??
dalında güzel kalamayan çiçekleri koparırken de mi sevmedin??
bir sokak kedisi bağırırken hep mi karnı açtır sandın yoksa??
biliyor musun artık kuşların sesi daha çok çıkıyormuş, sor bir neden??

serin sabahlarda bir 'günaydın' demek çok mu zordu dükkanını yeni açmış bakkala, yolları süpüren çöpçüye ya da??
ve bu kadar mı zordu sadık kalmak yüreğindeki sevgiye..
bir cümleye sığmaz mıydı anlatacakların...elini uzatmak bu kadar mı zordu!?
neyi kaptırırdın söylesene kolunu mu, ruhunu mu, kalbini mi??!

birbirimizden uzaklaşırken aradan çekilenin kim olduğunu göremedik mi hiç gerçekten..

biliyorum biliyorum..artık ellerinde solan çiçekler var..
parlatıp parlatıp baktığın umutların var sonra, son kullanma tarihi geçmeden kullanayım deyip hala sakladığın..
yeniden heveslenmek için görmek istediklerin var..
biliyorum evet..
yeniden sevinebilmek için..'yaşıyorum ya dünyaya rağmen' ne güzel diyebilmek için!

içinde bir orman kaybolmuş senin..ciğerlerin ondan sönmüş böyle bilirim..
'güm!!!' diye devrilen ağaçlar var içinde..sen büründür kimliğe..sesi sağır eder, ağırlığı felç..
kimse görmez, kimse duymaz, kimse anlamaz ya hani..
ve 'anlamaz' diye eline verilen oyuncak gibi durur yalancı cümleler..ki içinde bir ağaç daha devirir..

'bilmezler bir ömür kısacık boyuyla nasıl da uzun boylu hüzünlere gebedir..'*
**

ama 'büyümek zordur, tıpkı doğmak gibi' unuttun mu??..
hani derin nefesler gerekir beynine yeterince oksijen gitmesi için..
kalbinin yaşamaya devam etmesi için..
içindeki acıyı çektiğin nefeslerle bastırırım sanırsın ya..bastıramadığın için mi törpüledin sol yanını??

biliyorum biliyorum..anlatmana gerek yok..
bak elime verilmiş oyuncaktan cümleler var benim de..
anlamaz diye yüzüme bakıyorlar..
aynı anlamın kıyısında dolaşıyoruz hepimiz..
ama sormuyorum neden..
sadece yoklama yapıyorum : kim eksik???!

-Ebr-i Nisan-
------------------------

dipnot: *"ben şu kısa boylu hayatta uzun boylu kederlerle acırım.."= yılmaz odabaşı

Salı, Aralık 14

Salgın günlüğü..

Durum bildiriyorum: çeşme bir burun, normal ağırlığının 3-5 katı bir kafatası, paçavra gibi bir boğaz, kime ait olduğunu bilmediğim bir ses ile salgına ben de katıldıım:)
herkes hasta dediler biz de eksik kalmayalım dedik:)

esasen bu dünkü durum bildirimiydi bugün yer yer indirim uygulandı diyebilirim.
kafatasım artık bir dünya değil mesela, boğazım desen leblebi tozu yutmaya çalışmışım da yutamamışım gibi bir halden çıktı, sesim gitmişti tamamen gerçi lakin yer yer kesintili bir şekilde duyuluyor şu an:)
Ben de fazla konuşmuyorum; "senin çenen düşmüştü az biraz sus!" uyarısı olarak algıladığım için de olabilir:P

ammaa burnumla başım belada, böyle nankörlük olmaz!
hastalık sinyallerini 3 gün öncesinden hissetmeye başladığım ve elimden geleni yaptığım halde "akıcam da akıcam" diye tutturmasına engel olamadım!
buyrun yine dakka başı burun silme ritüeline başladık!
pancar gibi, suratımın ortasında kıpkırmızı duruyor kendisi!
hiç sevmem! her tarafınız kırılır yatarsınız ağrı kesici alırsınız hafifler ama ya burun akıntısı gel de buna çare bul şimdi!
neler yapmadım ki?!! içmediğim bitki çayı kalmadı sanırım; hah daha evvel  demiştim burda da söyleyeyim bir çobançantası bir kırkilit otu kalmış olabilir!bir de melisa var tansiyonumu düşürüyor.
yok efendim ballı zencefiller, çörekotu, karanfil,limonu kabuğuyla yemeler, portakal, mandalina, artık Allah ne verdiyse!
C vitamini de depolanan bir şey değil ki! işte iyi geldi geldi yoksa alıp başını gidiyor!
bütün bunları yap yap mideni iptal et, ama o burun yine dediğini okur!!
şimdi nasıl nankör demeyeyim buna ben!!
bir de nefes alma işlevini de yerine getirme yok! yine nasacort bağımlısı bir hale geldim; spreysiz yaşayamam ben diye geziyorum!
hayır zor oluyor ağızdan hem nefes al, hem yemek ye, hem konuşmaya çalış-ne kadar sesin çıkmasa da- bir de üçünü aynı anda yapmaya kalkıştın mı "basit bir soğuk algınlığından insan nasıl ölebilir?" sorusuna örnek teşkil etmek de an meselesi!

ilaçlar zaten ayrı alem:)
sudafed'le benical var yaa, bu ikisiyle alakam çok iyi gerçi:) reklam olmaz diğmi:))
prospektüslerini kaybetmişim ne yazık ki..ne yazık ki çünkü içeriklerini merak ediyorum fazlasıyla.
bunlardan birini içtikten en geç bir saat sonra falan böyle üzerinize bir iyilik hali geliyor, bir hoş'luk bir 'aman dünya toz pembe, tüy gibi hafifledim'  hissi, gereksiz bir neşe:)..yani sağlıklıyken bu denli iyi hissettiğim bir zaman hatırlamıyorum ben!
içeriğindeki uyuşturucu oranını merak ettim, bir de bağımlı olup çıkmayalım sonra!
gripin vardı bir de yurtta kantinde satılırdı 1 Lira kadar kocaman bir şey, o da aynı etkiyi gösterirdi.

hayır ben normalde sık hastalanmam, işte bu aralık ayında bir sorun var, çok fazla ilaç da kullanmam basit ağrı kesiciler harici.ondandır düşünüyorum şimdi bunlar beni bağımlı yapmasın!:P
ama ne yalan söyleyeyim pek sevdim pek, kendilerini:))
lakin yine de bir hafta sonraki halimi merak ediyorum.genelde hep olur; doktora gitmem diye tutturursunuz, iyileşme hali birden kötüye doğru döner falan, başlarsınız" yok bu hastalık geçmeyecek kesin!" demeye.
yani sanki ömür boyu süren bir soğuk algınlığı vakası daha evvel görülmüş gibi!
..
sonra böyle bir tembelliğe alışma hali vardır, televizyon karşısında yatmalar kumanda elinde! öyle olmasa bile " zaten hastayım" kontenjanından yararlanarak ev halkına kendini acındırmalar:)
gün boyu pijamalarla dolaşma falan.. alışır insan, hoşuna da gider zamanla.
iyileştiğine üzülmeye bile kalkabilir :)bir de bu durum var:)
tabii bu durum evdeyken geçerli o da var!
okuyorsanız yurtta falan kalıyorsanız hele de çok vahim çok!
ah "annem olsaydı şimdi" dilinizden düşmez örneğin!
oturup ağlayabilirsiniz bile..valla ben ağladığımı biliyorum:)
arkadaşlarınız size ne kadar iyi baksa da evin yerini tutmaz o yurt..
sonuçta okula gidilecek, siz yurtta yalnız..
hele de o yurtta çatlak memureler varsa tamam, kat gezmek için o günü bulurlar, uyuyorsanız uyandırırlar, yok efendim "şu niye şurda, bu niye böyle, aç dolabını kontrol var", bir yerden ısıtıcı çıkar "bu kimin çabuk sölee" halleri falan..her tarafınız kırılıyor, fena ağrılar içindesiniz, üstelik "hastayım" dediğiniz halde size bir soru yağmuru, bir rahatsızlık, bir cinnet geçirtecek derecede muamele !! ağlama gel de şimdi "annemi istiyorum" diye!!
haliniz olsa kavga çıkar! benim içimden çok geçmiştir " ah şimdi hasta olmayacaktım ki bak saçını başını yolmuyor muydum senin!" demek(:
yok, kimsenin saçını başını yolmuşluğum yok ama o anki ruh hali size bundan beter şeyler söyletebilir bile!

hep bize mi rastlardı bilmem böyle gayet ilginç memureler özellikle devlet yurdunda; kapıdan girer girmez bağırmaya başlarlardı.."bu ne ,napıyo o valiz dolabın üstünde, bu yatak niye bozuk, bu sandalyenin burda ne işi var!, bu kız nerde!, ısıtıcı varsa beni aratmayın çıkarın çabuk parçalıycam!" falan türü cümleler avaz avaz bağırılır. biz de zaten insan değiliz ki pozuna gireriz!
umarım başka yurtlarda böyle değişik türlere rastlanmıyordur, biz yandık eller yanmasın!

neysee  bir de bu hastalıkların vizelere yahut finallere denk gelmesi var!
ovv " anne ben okulu bırakıyorum sanırım" diye telefon başında ağlarsınız falan:)
annem hiç karşı çıkmazdı bu cümleye:) sanırım huyumu iyi bildiğinden "iyi gel yavrum gel ağlama sen, tabi senin seçimin " derdi..ben de kurduğum cümlenin ne kadar yerinde olmayan bir karar olduğunu derhal anlardım , "neyse ya ben gidip çalışayım" der kapatırdım:))
yaseminli yeşil çay'la tanışıklığımız o günlere rastlar ve beni hep ayakta tutmuştur.
o yüzden çok severim ve vazgeçemem kendisinden:))
ve Allah'tan diyorum bir zeka açılması falan yaşanır- ben de öyle olurdu hep- okuduğumu hızlıca anlarım, ezberler falan tamam, sınavda da çalıştığım yerler varsa kağıtta, bir şükür bir şükür..:)
hey gidi günler ya:))
ya işte böyle blogcuğum bir hastalıktan konu açıldı nerelere gittim:)
 ..

saat kaç olmuş yahu, bugün gecem gündüzüm birbirine karıştı iyice..uyu uyu uyan tekrar uyu, tekrar uyan, ye iç yat ve durmadan burnunu sil şeklinde bir gün geçridiğimden; saatlerden, sabahtan akşamdan pek haberim yok.şimdi de cin gibi bakıyorum!

neyyssee:)) özlemişim seni sevgili 'Hayat GüzeLdiR' :)) olmuş baya görüşmeyeli tarihlere bakınca farkettim.)

eh geldim sayılır ama ruh ve beden sağlığımı tamamaen geri edindiğimde daha çok buluşmayı umuyorum seninle;)
şimdilik esen kal, gün ışımaya başlamak üzere..gidip bir fincan sıcak çay alayım;)Cariye'nin Kızı Mihrimah'a başladım bu kitap da Moskof Cariye'yi aratmayacak sanırım..ne entrikalar blog bi bilsen..birgün bunları da anlatıcam sana..az daha büyü de;)


hadi özle beni:) hoşçakal;)
-Ebr-i Nisan-
05:50

Çarşamba, Aralık 1

'MiM' geLmiş (; ki


Blog aleminindeki MiM geleneğini bilmeyen yoktur sanırım:)


Sevgili Ruz-i Ceza kıymet verip beni de bu geleneğe dahil etmiş.)

Çok teşekkür ediyorum kendisine.
Elimden geldiğince cevap vermeye gayret edeceğim aklıma ilk gelenler dahilinde efendim;)

1. En sevdiğiniz kelime?

'İyi ki' ve 'çok şükür', sanıyorum..ilk aklıma gelenler..'En' diye ayırmakta zorlanıyorum esasen..
'iyi ki' hayatta kaçırmadıklarımı temsil ediyor biraz..
ve 'çok şükür', ne kadar fazla söylense de hep eksik kaldığını bildiğim..

2. Nefret ettiğiniz kelime?

'Lanet olsun', hayatta duymak istemediğim kelimelerin ve kelime gruplarının başında gelir..
Nefret ederim..Bunu hiç çekinmeden defalarca kullanan insanlara hayret ediyorum, içim büyük bir dehşet ve korkuyla doluyor, yanlarında bulumak beni fazlasıyla huzursuz ediyor..
Kötü bir alışkanlık gibi ağızlarına pelesenk eden insanlara anlatmaya çalışıyorum ne denli kötü bir kelime olduğunu, başarılı olmuş olmayı umuyorum inşallah..

3. Ne sizi heyecanlandırır?

Yeni ve güzel olan herşey heyecanlandırır beni:)
Yeni bir yol, yeni bir karar, yeni bir yaş, yeni bir şehir,ülke, kıta..
Yeni bir mevsim mesela, en çok da bahar..
Uyandığımda havanın blutsuz, güneşli ve sıcacık olması, dışardan gelen kuş  ve çocuk sesleri..
Bazen herşeyin yolunda olduğunu gösteren her türlü ses, farkındalık hissi tatlı bir heyecanla kıpırdatır içimi..
Daha da çok vardır, biraz heyecanlı bir bünyeyim:)


4. Heyecanınızı ne öldürür?

Heyecan duyduklarıma karşılık etrafımdaki insanların umursamaz ve bezgin halleri..
Güzel olanları görememelerindeki körlükleri..(tabii bir kısmının.)

5. En sevdiğiniz ses nedir?

Güneşli bir sabahı karşılayan kuş cıvıltıları; bayılırım:)
Sonra ney sesi duyduğum ve hep duymak istediğim en güzel seslerden..
Klasik gitar ve keman sesini de çok severim.
Bir de gecenin içinde kaybolan trt radyosunun 'geceden sabaha' programının arka fon sesi ve program sunucusunun tok,dinlendiren ve hep dozunda olan hüzünlü sesi..


6. Nefret ettiğiniz ses nedir?

Yoğun trafikte taşıtların korna, fren, bozuk olan eksoz borusunun sesi büyük ve çoğu zaman tahammül edilemez bir gürültüdür benim için.
Bir de sürekli  bağırarak asabi bir şekilde konuştuğunu sanan insan seslerinden hiç hazetmem.


7. Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?

Bankacı olmayı istemezdim hiç.Para işleriyle uğraşmayı hiç sevmediğim için olsa gerek..


8. Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz?

Immm...6. hissimin kuvvetli olmasını isteyebilirdim belki..

9. Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?...

Kim olurdum? Kim olmak isterdim diye değerlendirirsem yine kendim olmak isterdim..
Her insanın bu dünyaya gelişinde bir amaç vardır ve ben de benimkini bulup gerçekleştirmek, bunu görmek istiyorum inşallah..

10. Nerede yaşamak isterdiniz?

Ege'de küçük, sakin bir sahil kasabasında yaşamayı çok isterim.)

11. En önemli kusurunuz nedir?

Sanırım sabırsız bünyem..eskiye nazaran sabırsızlığımı her ne kadar terbiye etmiş olsam da arada canımı yakmaya yetiyor..

12. Size en fazla keyif veren kötü huyunuz hangisi?

Keyif veren bir kötü huyum olduğunu düşünmüyorum; hiç bir kötü huyumdan keyif alabileceğimi düşünmüyorum desem daha doğru olur ;)


13. Kahramanınız kim?

Kahramanım.. çocukluğumdan bu yana ve ilelebet hep babam!
Herşeyi hemen hallediveren büyük ellerin sahibi..ömür boyu minnet duyduğum ve beni düşmeyeyim diye hep destekleyen..
ben burdayım sen korkma diyen..güvenin merkezi..

14. En çok kullandığınız küfür?

Kullandığımı söylesem yalan olur sanırım hele de en çok..
belki aptal sözcüğü o da arada bir..

15. Şu anki ruh haliniz nasıl?

Dalgalı bir deniz gibi bir türlü durulmayan..
ya da belki o denizde fırtınaya tutulmuş bir gemi..

biraz kırgın, şu sıralar çokça hırçın,bir gülen bir ağlayan nerde duracağını bilemeyen bir hal asılı üzerimde..


16. Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?

hayat herşeyiyle güzel! ve 'Her gün güneş doğar; yeter ki açık olsun perdeler!'


17. Mutluluk rüyanız nedir?

Mutluluk rüyam..aslında bu biraz planlayıcı programlayıcı bir soru gibi..ve hayat sürprizlerle dolu..
Hayatın getirklerini güzel karşılayabilmek ilk önce..
Mesleğimde ilerleyip öğrendiklerimin hakkını verebilmek dünyaya, insanlara, borcumu ödeyebilmek biraz, biraz sevdiğim işi yapıp mutlu etmek kendimi, güzel bir imza atabilmek, hayırlı..
ve tabiki bunların dahilinde sağlıklı, huzurlu, inançlı geniş bir aile, büyük mutlu bir yuva..


18. Sizce mutsuzluğun tanımı?

yetinebilmekten uzak olmak..


19. Nasıl ölmek isterdiniz?

İmanlı ve gereği yerine getirilmiş bir hayatı yaşamış olmanın huzruyla, korkmadan, O'na koşarak..inşallah..


20. Öldüğünüzde cennete giderseniz ALLAH 'ın size ne söylemesini istersiniz?

'Ben senden razıyım kulum.' demesini isterdim ben de..



İlk aklıma gelenler dahilinde elimden geldğince cevaplamaya çalıştım.
diyorum ve sevgiler.)

Çarşamba, Kasım 24

Toplamak dünyanın dağınıklığını..

Minik dikdörtgen kartlara "kendimden de birşeyler katmalıyım" diyerek içimden gelenleri yazmaya çalışırken kaç kartı heba ettiğimi hatırlamıyorum..
Bir türlü sığdıramazdım, sanırım eskiden de kısa cümleler kuramazdım, güzel olanı anlatmak için..
Uzuun uzun olurdu sevgi ve minnet taşıyan cümlelerim..Bir de ya hep yukarı doğru çıkarlardı ya da aşağı doğru kayarlardı çizgisiz ortamda..hatırlıyorum(: nasıl sinirlenirdim..ama illa ki ben yazacaktım işte!
Dümdüz yazabilmeliyim diye hırs yapardım en güzel yazımı döküp..

Ardından alınan bir çiçeğe, bir dolma kalem kutusuna ilştirilirdi çoğu kez..
Sıkı sıkı tembihlendiğimiz halde hep daha fazlasını alıp götürmek isterdim..
En güzel en değerli hediyeleri hakediyordu benim öğretmenim, öyle görürdüm hep..öyleydi de..
Bütün öğretmenler gibi..(bütün gerçek öğretmenler..)

Çocukluk muydu neydi?..En pahalı hediyeler hep en iyisi gibi gelirdi o zamanlar..şık paketlerde sarılı olmalıydı muhakkak, gözünü almalıydı insanın..değerini ve öğretmene verilen değeri ucundan kıyısından tutmalıydı..
Aslında bunu düşünmek de kötü değil evet, ama insan büyüdükçe anlıyor ki içinde hissettiklerin ve bunu sunabilme becerin hepsinden daha janjanlı..daha güzel, daha masum ve daha bize ait..!

Şimdi elimde bir mektup tutuyorum ve baktıkça gözlerim doluyor halaa..
kareli bir defter sayfasından özene bezene yapılmış, üzeri renkli kalemlerle boyanmış, büyüklü küçüklü kalplerle süslenmiş kocaman bir yüreğin emeğini taşıyor içinde..
sevgi kokuyor, minnet kokuyor, emek kokuyor sıcak sıcak..
ve yazıyor ki üzerinde : "Canım Öğretmenime.. Elimden bu kadarı geldi..Ama bunu ben yaptım.. Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun.."
kulaklarımda yankılanıyor sanki sesi, burnum sızlıyor, gözlerim taşıyor, yutkunamıyorum, düğümleniyor okuduğum cümleler boğazımda..daha gözüm yeni değmişken elimde duran mektuba..daha içini açmadan hem de.." elimden bu kadarı geldi, ama ben yaptım.."!..diyor girişinde o minik yürek..

kendi emeğini sunduğunun farkında. ama hediyesini herkesten sonra, herkes gittikten sonra ve başı eğik bir halde verip koşarak çıkması sınıftan; o emeğin çok da değerli olamadığını düşündürüyor ona belli ki.. masanın üzerinde duran diğerleri gibi göremiyor gözleri getirdiği hediyeyi..hep eksik kalıyor onun için ve eksik kalırken eksiltiyor da onu kendi gözünde..içinde bir şeyler kırılıyor..duymamak mümkün değil..ve ben oturmuş ağlıyorum işte..
oysa içinde bulunduğu yokluk ona en büyük zenginliği katıyor farkında değil..

'bizi biz yapan' o allı pullu paketler değil ya da içinde ne olduğu.. hiç değil..
büyüdükçe o herkesten kızındığımız, söylemeye gerek duymadığımız her seferinde kendimize saklamaya çalıştığımız sevgi sözcükleri..ve bir sevgiyi ifade şekli..herkesin açlığı ruhunda..en önemlisi bu hem de..
Bizi biz yapanı, bizi insan yapanı unutmamak, unutturmamak istiyorum..avazım çıktığı kadar bağırmak bu dünyaya!..o çocuğa bunu inandırmak ve de..

***
yakınlarda bir okulda öğrencilerinin(velilerin) para toplayarak aldığı lap-top'u övüyor bir öğretmen ..hükmü ne kadar sürecek bilemeden..
ve başka bir okulda eline tutuşturulan mektuba bakakalıyor bir başka öğretmen gözleri dolup dolup taşmış..

biri sevginin anlamını unutmuş, diğeri hatırlıyor yeniden ve yeniden..
biri 'bir varmış bir yokmuş', diğeri kocaman bir dünya olmuş..

**
şimdi o çocuğu bulup kucaklamak istiyorum sıkı sıkı..ve toplamak istiyorum dünyanın dağınıklığını..

----

Tüm öğretmenlerin öğretmenler gününü kutluyorum..
minnetle..

-Ebr-i Nisan-

Perşembe, Kasım 18

Yürek içi yokluğu..

              

" Gözlerim.. Açamadım gözlerimi..Öyle bir sıktım ki.. Kaçmasınlar istedim o burdayken,karşımdayken gözyaşlarım..O dahil kimseler görmesin..
Sonra yuttum..Hissettim; içime içime aktılar..Ilık ılık..kan gibi..
Ezberlediklerini sıraladı..
Belli ki çalışmış; o da bir şey, öyle değil mi..Varmış o kadar ehemmiyetim demek ki..
Ne çok yol almıştık..Hiç bitmez demiştim..bitti işte..
Kendi başıma yaşamayı unutacak kadar uzundu bana göre..Ona göre bir başkasıyla değiştirilecek kadar önemsiz.
Söylediklerini hiç duymadım biliyor musun?
Kendini rahatlatacak bir şeyler söyledi, sadece bundan eminim.
Sustu sonra..bir tek "üzgünüm" duydum hepsi bu..
Üç yılı bir "üzgünüm"le noktaladı.."

Bütün bunları söylerken yanağından süzülen yaşlardan haberi yokmuş gibi durmadan  daireler çiziyordu elindeki fincanın üzerinde.
'Kocaman gülen gözleri' ağlıyordu..
Gözlerine bakamadım, parmağıyla üzerinde halkalar çizdiği fincanından toplayamadım gözlerimi, hiçbir şey söyleyemedim önce..Ne söylenebilirdi ki.."değmez" mi diyecektim, "sen kendi yoluna bak" mı?..
Kendime de susmuyor muydum?..

Eskiden hatırlıyorum böyle bir durumda  durmadan konuşurdum, "boşver"lerle dolu cümleler kurardım..Kısmet derdim -ki hala kısmet,bu değişmez-.."Yaşaman gerekiyormuş, acısı geçince güçleneceksin, sen cesursun, bu da geçer neler geçmiyor ki, en azından sevmeyi biliyorsun; 'sevmek bakidir, sevilmek fani'*..o bunu bile becerememiş.." gibi çoğunu şu an hatırlayamadığım belki klişe, belki saçma sapan teselli cümleleri kurardım evet, karşımdaki kişiye göre..Kendimce hafifletirdim acısını, zihnini sakinleştirirdim.
Aslında kurduğum bütün uzunlu  kısalı cümleler yere düşermiş birbirinin peşi sıra..Şimdi anlıyorum..(bir de bu cümleleri dile getirmek için anlamak gerektiğini anlıyorum..)

Görüyorum ve artık biliyorum ki, insan yaralıyken en canlı yeri -belki de bir süre tek canlı yeri- yarası.. Hissetmiyor başka türlü, duymuyor, görmüyor bir süre..Eli kolu tutmuyor, bacakları kendinden habersiz..
Ne söylesen ulaşmıyor zihnine..
'çünkü kanı hep yarasına doğru akıyor, canı yarasında yaşıyor..'**
Zaman merhemi sürüp sabır dilenmekten başka hiç bir ilacı yok..
Ve o müddet dolduğunda 'yaşadıklarının anlamını' çözüp oturtacak eksik kalan boşluğuna ruhunun..

Birden İclal Aydın'ın son okuduğum kitabından altını çizdiğim satırlar geliyor aklıma..
birden bire çıkıyor ağzımdan: "artık biliyorum ki, artık öğretildim ki 'kimi sevdiğin' önemliymiş.Uzun yolu göze alamayana kelebek olunmazmış. Nefesi yetmeyenle dipte hazine aranmazmış. Aşkın ibadetini bilmeyene bayram bağışlanmazmış..sen de bağışlama artık ne olur.." diyor İclal Aydın bir yazısında diyorum.."Anlıyorsun beni değil mi?" 

Üç yıl boyunca kendi hayatından kopartıp büyük bir fedakarlıkla onun uğruna adadıkları geliyor aklıma, sonra kendi sevme çizgisini çoktan geçmiş, diğerinin sevme alanını kaplayan koca yüreği..
Şimdi neler düşündüğünü okuyabiliyorum o sessiz kalırken, yanaklarından süzülen yaşlardan..
Sevdiğini elinden alanı düşünüyor.Onu başkalarının sevmesine, onun başka birini sevmesine razı olamayan yüreği durmadan kötülüyor karşı tarafı. Kendini aptal, kandırılmış, değersiz ve hiç sevilmemiş gibi hissediyor..
Yaptığı, muhtemelen sevdiği insanın şu an hatırlamadığı -belki zamanında üzerinde bile durmadığı- ufacık tefecik hatalarına kızıyor.."keşke" diyor içinden hepsine..oysa "keşke"leri "iyi ki" yapamayışı değil hiç bir zaman sorun biliyor da..
Ardından karşı tarafın verip de tutmadığı sözlere geliyor sıra, sevgisini acımasızca harcadığı günler; nasıl da umursamazca davranırdı bazen,nasıl da hırpalardı,incitirdi. En ihtiyacı olduğu zamanlarda bir sürü işi çıkardı kesin, destek beklerken destek olan olurdu..siyaha beyaz diyen dayatmaları vardı bir de değil mi..
ah arkadaşım ah sen bana bunları anlatırken, kim bilir ne zamandı zaman..
bitiş çizgisini bugüne çizerken, yol aslında ne zaman bitmişti..

Uzanıp elini tutuyorum, benim de taşıyor gözlerim..
"Şimdi içini acıtanları anlıyorum çok iyi..kendine yap-maman gerekenleri bil sadece!" diyorum.
"Sana zamandan söz etmiycem." ; aklıma geliyor çok sevdiği/miz Murathan Mungan şiiri..
"Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onlar da bilirler. 
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak,
sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle
yeniden kucaklaşmak kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla
başetmek, uğruna içinizi öldürmek. 
Zaman alır ...
(..)Herkese iyi gelen zaman sizi kanatır.."

"ama geçecek..bunu bil!.."


Yarası yarasına denk gelince anlıyor en iyi insan insanı..aynı hikayeyi yaşamasan da yaşamış kadar oldukların kımıldıyor içinde.. ve diyor ki:

Bir ömür dolusu yetebilecek hayal kırıklığı biriktireceksin belki içinde..
'Bir insana inanmak' artık anlamını bilmediğin bir cümle gibi duracak önünde..
Güvenmen için sana adımlanan yollar uzayacak..
Sana sorulmayan sorulara içinden verdiğin onlarca cevabı susacaksın sonra..bomboş bir suskunluk yutmuş gibi..
Sana anlatma gereği duymadıkları için küçüleceksin kendi gözünde..-en zehirleyicisi bu-
O kadarcık yerim yokmuş diyeceksin.
Ve alışmaktan korkacaksınız herşeye.


Gözlerini kimseye değdirmek istemeyeceksin..Herkes aynı olacak senin için..
Kabuğun giderek kalınlaşacak, sertleşecek..
İçine çektiğin nefesin yetmediği zamanlar olacak..
Dışarısı ne kadar soğuk olursa olsun üşü(ye)meyeceksin, bazen de için asla ısınmayacak..
Hayatında bir sayfa daha çevirmen zaman alacak.
Kendine gitmeye başlayacaksın işte o zaman..
Herşeyin anlamını bulmaya başlayacaksın..
'Acı aslında her zaman inşa eder insanı.'***
Gerçekte nerden ve kimden geldiğini idrak ettiğinde acının, yüzünde tebessüm olacak..
Affetmenin de huzuruna varacaksın, yeni bir sayfa çevirirken hayat..
**
"geçicek, biliyorum.." dedi.. elini tutan elimi sıkarak, gülümsedi..

Fonda o çok sevdiğim Onno Tunç şarkısı çalıyordu Aylin Aslım'ın çok sevdiğim yorumuyla..
"Bir çocuk sevdim uzaklarda..
(..)
Ben böyle yürek görmedim böyle sevgi 
Şimdi çocuk büyümekte günbegün
Bütün hüzünleri okşadı birer birer 

Gizli bir ümide sarılarak biraz küskün ..


Karşımda büyüyen küçük kız, tırnağıyla ütülediği çikolata kağıdını düzeltirken, hayatını da elleriyle düzeltmeye başladığının henüz farkında değildi..

-Ebr-i Nisan-

(dinlmediyseniz kesinlikle 
dinleyin derim)
--------------------------------------------------------------------

*"sevilmek fani olmaktır; sevmekse baki.."-Rainer Maria Rilke
**Ece Temelkuran-Muz sesleri'nden
***"Bu kadar acı bazen de inşa eder insanı."-Nazan Bekiroğlu- kynk:arkashx.)

Pazartesi, Kasım 15

İş İLanı Deyip Geçmeyin (:





"-iyi derece ingilizce bilen, askerliğini yapmış,kararlı, ikna kabiliyeti olan, analitik düşünebilen,sosyal, insan ilişkilerinde başarılı,esprili, prezentbl, çalışkan, sorumluluk alan,ileriyi gören, öğrenmeye açık, vizyonu geniş, liderlik vasfı olan,... santral elemanı alınacaktır!
 başvurayım mı?

-başvur =))
 tam sana göre=)  
 yani tebrik ederim, bu enerjiyi nereden buluyorsun gece gece yine, Allah iyiliğini versin emi:)
"
arada bir meydana çıkan 'iş ilanlarına göz gezdirme günlerinden biri'ni yaşadığım şu günlerde yine bir meslektaşım ve dostum olan nili'yle  bir durum değerlendirmesine girdik gece gece:)
bunu hep yaparız . bu arada iş aradığım mı var : yoo :) 


ben onunla iş ilanlarına bakarım, o kendine göre bir tane bulur yerleşir, ben vazgeçerim:)
aradığım işi henüz bulamadım kendi alanımda. 
hiç birinin bir çekiciliği yok! (gerçekten benim bölümümle mi ilgili bunlar diye şaşıp duruyorum!)

sanıyordum ki ben, üniversiteyi bitirene kadar bilim ilerleyecek,hayvan barınakları açılacak(daha sağlıklı,öyle toplayıp zehirleyen türden değil!), araştırma laboratuvarları kurulacak, birkaç tane tübitak'ı olacak ülkenin,hatta ona rakipler çıkacak, her bir yana serpiştirilen internet cafeler gibi bilim araştırma ve geliştirme merkezleri açılacak, herkes bilgi çağına girecek,herkes "ben de bilmek istiyorum ben de ben dee!" diye akın akın bilim dergilerine saldıracak, uzaya roket falan gönderip duracağız, marsa ayak basacağız, kök hücrelerden yeni bir biz elde edilecek kıvama geleceğiz, ilaç sanayii çökecek yani ülkem kendini bilime adayıp ülkenin ilerlemesini on ikiden vuracak falan falan.. 

artık 4 yıllık fakülteyi kaç yılda bitirmeyi düşünüyordum sorusuna paralel gider sanırım bu beklentilerdeki ilginçlik:) 
anlaşıldığı üzre de ben bu işi fazla uzatmadım, ilerleyen bilim yavaş kaldı bekliyorum bakalım :p (daha doğrusu yaşadığımız ülkenin ilerlemesi için bilime başvurulmuyor, neye başvurulduğunu sormayın bilmiyorum!)

ve gelin görün ki o belgesellerde izlediğim hayata geçiş yapabilirim gibi hayalperest bir edayla atılan adımlar şimdi önüme abuk subuk ilanlar olarak geri döndü!
ben de dedim ki herhalde bizi bünyelerinde çalıştırmaya cesaret edip de ilan falan veren yok!
yoksa uuuvvv yani dünyayı keşfederiz! :)
(yaşadığım yeri yeni keşfetmiş bir canlı gibi kalakalmak oluyor bu biraz da..)

sonra da dedim bak bakalım herkes için aynı mı, başladım diğer ilanlara göz atmaya:)
göz attıkça mizah dergilerinin arasında dolanıyorum havası yaratan ilanlarla karşılaştım, sevdim onları:)
kime bakıldığı belli olmayan ilanlarla haşır neşirliğimiz işte bu tarihe dayanır efem.

bunun üzerine bugün 'recep ivedik 2' filminin 'tam yerine rast geldi manzara koydu' sahnesi ise tam üzerine denk düştü,dedim tam benlik!:))
(bu arada ilk izlediğimde hiç gülmediğim bu filme şu anda katılarak gülmemin sebebini bir ara kendime açıklamam gerek!)
efendim filmde recep bey iş bakıyor ya, izleyeniniz vardır kesin,arıyor telefonla, iş görüşmesine çağırılıyor; 
" orası bana uzak siz gelseniz yav" diyor:)
sizce de mantıklı değil mi, bence gayet mantıklı.
yani eleman arayan kendisi, biz mi gideceğiz ayaklarına!

beni keşfetmelerini bekleyen halim de başka türlü açıklanamazdı!(:

aslında yapmak istediğim o kadar çok şey var ki, her işte bezim var derler ya, aynen öyle. 
merakı bol bol kullanan bir insan olarak "köy öğretmeni olmak istiyorum" formuna geçmiştim yeniden hafta sonuna doğru:) eh tatile giren öğretmen arkadaşların payı büyük bu hissin içimde yeniden ayağa kalkmasına.

bu formda yeterince dolaşıp durduğum gibi ideal belirlediğim başka bir alan daha var ki henüz söylemem blog, ama çalışmalarım sürüyor bu hususta bil, vazgeçmedim vazgeçmem!
onu da yaparım onu da anlayacağın!(. lakin zaman gerek!(;
anneme bunlardan bahsettikçe kadıncağızı alıyor bir düşünce, soruyor: "bir ara evlenirsin de herhalde, inşallah yani" diyor(:
"valla şu aralar içimden gelmiyor, bakarız kısmet ":P diyip geçiştiriyorum(:
(içimden geleceğini de şu zamanda hiiiç sanmıyorum ya neyse..kısmet çok laf etmeye gerek yok.biz işimize bakalım.)

 kim evlense "yakında boşanırlar nasılsa" diyen teyzeler dolu etrafta ya bir de.
bu türlerin çoğalmasına sebep olan insan evlatları ve yaşadıkları hususuna girecektim vazgeçtim çıkamam şimdi.)
başka sefere.

ne diyordum sahi?
aslında başa dönmek istiyorum, yazdığım ilana.
bu biraz uyduruk kaydırık,derleme gibi görünse de malesef var böyle ilanlar sevgili blog!
bilemiyorum gülelim diye mi koyuyorlar gerçek mi bunlar ama, aradıkları özellikleri kendime ölçüp biçiyorum arada da:))


yani afedersiniz de siz hiç ,'benim kafa çalışmaz, selüloz yapıdayım, bildiğin ahşap!', ' insanlarla anlaşamam', 'kararlı mıyım bir türlü karar veremiyorum', 'analitik düşünemem', 'liderlik vasfım yok olduğum konumda kalayım ben', yok efendim 'ikna kabiliyetim vardır bak; bi çaktım mı göreyim ikna olmasın da!', 'çok sosyalimdir ama, herkes beni tanır!', 'ingilizcem de tarzancadan hallice', 'ileriyi göremem miyobum!', 'öğrendiklerim bana yeter kardeşim daha ne öğreneceğim' diyen insanlarla karşılaştınız mı!


bir de prezentbl var tabi! kimse pasaklıyım ben diye gezmiyordur sanırım!
askerliğini yapıp en az 5-6 yıl tecrübesi olan ve lisans mezunu, mümkünse yüksek lisans da yapmış vee halaaaa 25'ini geçmemiş süper zekalar aranıyor gibi ilanlar da vardır.kesin rastlamışsınızdır!
bu ilanı veren arkadaşlar sanıyorum sonuna 'yuh artık demeyin biz de tam olarak ne aradığımızı bilmiyoruz ' eklemeyi unutmuş olsalar gerek!


eğer aradıklarını bulurlarsa işte, derim ki "ahha! yeni bir tür keşfedilmiş!"


yaa işte böyle blog(: 
anlayacağın üzre iş ilanları sadece iş bulmak için değildir;)


ha bu arada kimse iş yok demesin, iş var kardeşim! 
siz ne istediğinizi bilin gerisini düşünmeyin;)


sevgiler ve şimdiden iyi bayramlaaaaar efendim!(:

Ebr-i Nisan14.10.2010
03:10

Pazar, Kasım 7

'Toplu Döküp Saçma Aracında' Bir Gün..


Caaanım blog!
Sence de benim toplu taşıma araçlarıyla bir sorunum var mı, yoksa bana mı öyle geliyor??
"Yok canım şakalaşıyorlar,takılıyorlar sana sadece mi" diyorsun yoksa"gerilim aksiyon da seversin sen" mi???
Hayatıma renk kattıkları kesin!..sonradan hatırladığımda krize girdiğim zamanlar da oluyor gülerken evet:)

Belki haklısın bugün olana da gülüyorum şu an:))
Hey yarabbim ya, pişmiş tavuk muyum neyim anlamadım ki:))

bak sana anlatayım..bugün dışardaydım.
eve dönerken belim fena halde ağrımaya başladı, "eve mesafede de birşey yok ama zorlama kendini atla şurdan bir otobüse çabucak git" dedim kendi kendime.
nitekim merkezdeki durağa doğru yol aldım,arıyorum hangisi bizim o tarafa gidiyor, hah buldum, bindim, yer buldum, oturdum hemen, ayakta duracak halim yok zaten!..
-lakin 'binmez olaydım" demiyo da değilim hani!-

neyse saati geldi kalktı..
şoför az biraz -belki çoktan da fazla- asabi bir amca sağolsun..
gelip geçene homurdanıyor!
yolcuları duraktan bir toplayışı var,döke saça!
bir baktım ters istikamete döndü,"al sana dolaşanına bindik mi"..diyorum içimden..
hemen eve gidecektim güya..ki arada 3-4 durak var en fazla..

neyse bu amca açtı sana bir arabesk fantazi müzik. tanımıyorum bile kim söylüyor,kim ki bu arkadaş,pek yanık yanık bağırıyordu..yani şu güzel havada olacak şey değil!..
gerçi halime cuk oturdu!.

müzik eşliğinde şoför amcanın önündeki araçlara ağız dolusu iyi dileklerde bulunmalarını, zart zart kornaya basmalarını, birden fren yapmalarını yaşıyoruz..
çalkalanıyoruz resmen!
garibim çocuğun biri arka taraftan bas bas bağırarark ağlıyor.
benim bel gitti zaten! bir o tarafa kayıyor bir bu tarafa,dişlerimi sıkmaktan kırmadığıma şükrettim doğrusu!

nereleri dolaşıyor bu bu kadar diye de söyleniyorum içimden..
sonra durağın birinden bir teyzeyi aldık..aldık dediysek tamamını değil yani!
kadıncağız zaten zor zar yürüyor, daha öteki bacağını atmadan hareket etti bizim amca!
sonra kapıyı kapatmış Allah'tan çünkü zavallı teyzem basamaklardan düştü!
tam kalkamaya yeltenirken yetiştiler kaldırdılar kadıncağızı o da söylenerek önde bir yere oturdu hemen(oturtuldu)..
şimdi gel de sinirlenme!
bizi nereye yetiştirdiğini artık kestiremediğim şoföre ben de çok iyi dileklerde bulunmak istedim ama ani bir frenle susturuldum sanki!
otobüsten fırlama tehlikesinden sonra herkes de homurtular arttı tabi!ama adam da tık yok. hiiç umru değiliz!
bu bizden birinin göreviymiş de ona zorla yaptırıyormuşuz gibi hissediyor insan !
ne diyim ki ben şimdi..

bu arada giderek evden uzaklaşıyoruz.
derken otobüste 3-5 kiş kaldık!hala evin olduğu tarafa dönen eden yok!
yolcu aldığı falan da yok!
"Allah'ım nerelere geldik"bilmiyorum da nereler buralar! tam "nereye gidiyor bu otobüs?, hani devlet hastanesine gidiyordu?" diye soracağım derkeen arta kalan yolcular da otobüsü terketti!
sonra şoför amca dönüp "abla sen nereye gidecen bundan sonrası son durak" demez mi!
evden daha fazla uzaklaşamazdım sanırım il sınırları içinde kalarak!
yani inanılır şey değil, belimin ağrısından ölüyorum resmen ve nerde olduğumu bilmiyorum ayrıca kocaman otobüsün içinde gayet asabi bir şoförle kalakaldım..
oturup avaz avaz ağlasam olurdu!!fevkalade olurdu hem de!

"ya" dedim "ben devlet hastanesinin o tarafa gidecektim, nereye geldik."
 "bugün cumartesi" dedi!
bugün cumartesi!!??
şimdi sorarım size Allah aşkına bu cümleden ne anladınız!?
nasıl bugün cumartesi?yani bu ne demek oluyor ki?
cumartesileri o tarafa giden araba yok anlamını taşıyor olması imkansız, çok komik olur.
acaba hastane diyince mi dedi hani muayene falan yapılmaz diye desek; e acil denen bi şey var.
ve ben tam acillik durumdayım!

dedim" e otobüsün tabelasında devlet hastanesi yazıyor ya??,siz kalkıp nereye geldiniz?"
"haaa biz o taraftan geliyoruz, o ondan.." dedi yaa!!!
Allah'ım sen bana sabır ver!..hiç böyle bir şey duydunuz mu !Allah aşkına, bu nasıl bir şeydir yahu!

"ne zamandan beri otobüslerin gideceği yer değil de geldiği yer yazıyor? nasıl gideceğim ben? böyle saçma birşey duymadım, off jetonum da bir taneydi zaten.." cümlelerini sıralarken artık gözlerim dolmuştu..yani ağladım ağlıycam..
hava kararmak üzere neredeyse, etrafta tarlamsı bir yerler var, ne taksi var ne bişey!
adam halime güldü "e bir sen karıştırmışsın " dedi "bak millet biliyor ki kimse kalmadı."

-millet de bir tuhaf!! demek ki millet bu otobüs nereden geliyor diye biniyor!
"nereden geldiği belli olmayan otobüse binmem ben ' der gibi..komedi resmen!
'ordan geldiğine göre şu tarafa gidiyordur' zihniyeti gelişmiş! ben de saf saf otobüs arıyorum üzerinde devlet hastanesi,bahçelievler falan yazan! bu haline alışmak uzun sürecek!-
en son ne zaman otobüse bindim bilmiyorum kendi şehrimde ve böyle saçma bir şey görmedim..!

 ilerde köşeyi dönünce boş boş bekleyen bir otobüs vardı..
bizim şöfor ona el kol işaretiyle bir hareketler yaptı.
"şu otobüse bin" dedi "o o tarafa gidiyor."
hiç gidecek gibi bir hali yoktu ama  başka bir çarem de yoktu.
"hemen kalkar değil mi, tamam sağolun" diyerek indim..
diğer otobüse bindin, "jetonum benim.." derken adam bir el işaretiyle susturdu.."birazdan kalkar" dedi.

birazdan kalktı..benim yanaklarımdan yaşlar süzülüyor-acıdan,sinirden,daha artık her nelerdense- şimdi gülümsesem de..

yürüyerek en fazla 10- 15 dakikalık yolu otobüsle bir buçuk saatte geldim, belki daha fazla!..

sakatlanmadan geldiğime şükrediyorum!.."daha da otobüse falan binmem, otobüs benim için bitmiştir!" diye de tövbeler ediyorum..

aslında sana anlatacak daha çok olay vardı blog; bindiğim şehirler arası otobüslerden birinin muavini yolcunun tekini dövmüştü mesela..o vardı,sonra dolmuşta üzerime oturan teyze falan..
falan falan falan.. ama ağrı kesicinin etkisi geçtiği için artık kalkmam gerektiği ima ediliyor.
artık bi daha ki sefere;) neyse dinledin ettin o kadar sağol!
hala şaka mı bunlar diyorsun?

e hadi öyle olsun;)
kal sağlıcakla .p

-Ebr-i Nisan-

Cumartesi, Kasım 6

"..
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan..
..
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur, başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi.."
-orhanveli-


artık anlamını biliyorum o rüyanın..

hayatın bir yerinde sebebini bulmak için, insanın içinden, kalbinden bir şey eklemesini bekledi..ve kırık, buruk, yamuk halini iyileştirmesini..

ve biliyorum artık yeniden..hayat bir kere..kısa.. senin ve herşeye rağmen güzel.!


Perşembe, Kasım 4

'İnsanda zaman geçmez '..bazen..


Adımlarımın tanıdığı bir sofaya basıyor ayaklarım..
Onca zaman sonra nasıl geldim buraya ya da neden burdayım..
bilmiyorum..
Gözlerim bahçeye bakan odaların duvarlarında geziniyor önce..
Ev..tüm seslerini toplayıp uzun zaman önce giden ev..işte karşımda..o bahçe kapısından ne zaman geçtim peki..tek musluğu dış kapıda girince solda olan çeşmeyi ne zaman geçtim..
ağaçlar ne alemde..farkında değilim hiç..
asmalar her yanı sarmış..görüş alanımda olmasa da onların  farkındayım ama..
o çeşmenin sol üst köşesine asılı duran sabunluktan lavanta kokusu yayılmıyor..bunu düşünüyorum bir de..
ve içim bomboş..

Yıkılmaya yüz tuttuğunu duyduğum beton duvarları en cansız haliyle öylece kalakalmış gibi duruyor etrafta..
öyle kimsesiz ki duvarlar..kocaman boşlukları yutmuş gibi duruyorlar..
İçinden geçen onca anıyı, sahipleriyle toplayıp götürmüş gibi bir de..
ya da daha çok o günlerin mutlu süssünü silmiş gibi.
ve biz herkesin gittiğinden emin, neden geldiğimizi, neden burda olduğumuzu bilmeden bakışlarımızı dolaştırıyoruz her köşede..
ardından yere yakın mavi çerçeveli, altı minik kareye ayrılmış iki çift pencereden içeriye kayıyor gözlerim..
cama doğru uzanan somyada biri uyuyor, üzerinde yorgan örtülü..
birden içerdeyim..
bir bakıyorum; evet babaannem o yatan...oysa çoktan gitmişti burdan..
bu ev gibi, sadece beden sanki..ürpermiyorum,hiçbirşey hissetmiyorum..
sonra birden gözlerini açıyor..elimi kavrıyor yaşlı eli..
ne hissediyorum bilmiyorum..
"daha gelme" diyor bana.."sen gelme daha"..
sonra kalkıyor pamuk yanakları değiyor yüzüme..sesli sesli öpüyor..ben de onu öpüyorum..kokusu ne kadar da gerçek!..
gidiyor tekrar..gözlerini burda bırakıyor..kapatmak istiyorum..
gözleri yeşil..
sonra gözlerini de alıp gidiyor..
**
saat kaçtı uyandığımda.. hiç bakmadım..kendime gelmem desek hala gelemedim sanırım..
gözlerimi açtığımda sanki karşımda bulacakmışım gibi bir histi içimde..
çok uykum var..
ama ruhum tuhaf bir yerde asılı kalıyor sanki..ne uyuyorum..ne kalkabiliyorum..
evde yürüyorum bir süre sonra..saat daha erken..
Allah'ım hayırdır inşallah diyorum..
ne düşünmek istediğimi bilmeden dolaşıp duruyorum evde..
...

insan gidenleri hep en güzel haliyle hatırlamak istiyor..hele de ardında ruhu alınmış evlerini..o evde büyüttüğü anıları, sevinçleri, çığlıkları, yavaş yavaş büyüyen ellerini ayaklarını..bayramları, kandilleri, yazın öğleden sonralarını..kışın kardan adamlarını..o el emeği kilimlerin serili olduğu bahçeye bakan beton zeminli sofayı..
hafızalarda hep en canlı haliyle kalsın istiyor..en renkli cıvıl cıvıl..

oysa hatırladıkça hep gitmeler geliyor gözümün önüne şimdi..
evinden ayıramazdık hiç babaannemi ,onca ısrara rağmen bırakmazdı evini son yıllara kadar..dedemden sonra o bahçeli koca evde tek başına kalırdı..
orda olduğumuz akşamlar gece eve dönerken kıyık bahçe kapısından el sallardı bize, arabanın arka camına yapışır karşılık verirdik biz de....
içim acırdı..'giderken'..'gitmekten'..
giderken bölünürdü bir yanım, öyle hissederdim..içime sinmezdi..içimize sinmezdi de bilirdim..
küçüktüm.. ne zaman,nasıl unuturdum bu bölünmeyi bilmiyorum..bir şekerle mi? bir çikolatayla??ya da huzursuz bir uykunun serin sabahında??
o zaman böylesi içim burkulduğu için mi devam eder bu durum bilmem..
ama 'gitmeler' den oldum olası huzursuzumdur ben..(oysa başka şehirlerin kokusunu içime çekme arzusu da içimde yeşil yeşil durur..ne çelişki ama..)
ardımda tek başına bıraktıklarım varsa bir de fena yanar canım..
içim üşür..

oysa giden unutur derler..gidenin yolu başkadır..
hayatın yönünü değiştirmiştir..belki bir süreliğine belki de temelli..
herşey yenidir..yapacak çok şey vardır orda..kendini de götürmüştür hem..bıraktığı boşluğun sahibi yanındadır..

 ve kalmak en kötüsüdür hep..bekleyen olmak kimine..
hep beklemek..gidenin boşluğunun doğurarak çoğaldığını görmek..
o boşluğu korumak daha zordur hep..hep aklımda diye dolaşmak daha zordur..
alışkanlıkları unutamaz insan uzun süre..
yeniden sarılacağı yeni bir hayat penceresi yoktur önünde o an da..
elindekilere yama yaparak yaşamaya devam etmeye çalışır kendince..
her gün geçtiği yolları, her gün gördüğü yüzleri değiştiremez..gideni hatırlatmalarını da..
hep 'gitmelerini' hatırlattıkları için belki de..
oysa insan hep gitmemiş gibi hatırlmak ister..hep o bütün bozulmamış gibi..hep güzel, hep mutlu..

belki hep o koltukta otururdu..başını yatırıp yanağını yaslardı, belki uyuklardı..
o da izlerdi bu programı, o bu şarkıyı çok severdi..
çayını açık ve limonlu içerdi..
gözleri hüzünlü bakardı hep belki..
az konuşur çok susardı..ciddi ve güleryüzlüydü her zaman..kimbilir..
fazladan sofraya konan tabağın fazlalığı oluverirdi sonra birden..
bazen zaman geçerdi de..'insanda zaman geçmez..' dedirtirdi zaman bazen..

gidenin neden ve nasıl gittiği, o boşluğun nasıl açıldığı en önemlisiydi..
ona göre yeni bir yaşama şekli geliştirirdi çünkü insan..ona göre güçlü olur, o denli zayıflardı bazen..

bundan mıdır acaba?..suçluluk duymak mıdır gitmek biraz da..geride kalana bunları yaşatma ihtimali mi..?
ardımdan sallanan eller bıraktığım boşluğu mu yayar ardımdan..
...

üniversitede hiç istemezdim annemlerin beni uğurlamasını otogara gelerek..
hiç alışamadım çünkü ne el sallamaya ne ardımdan sallanan ellere..hele de yol uzun süreliğineyse..içimde burukluk..ruhumun yarısını bırakmış..gözlerim ağlamamak için ıkmaktan kıpkırmızı..
sonra alışırdı insan belki evet..yapacak öyle çok şey vardı ki..o hengame bir şeker, bir çikolata, bazen uyandığında yüzüne vuran sabah serinliği yerine geçerdi..

ve birgün sevilip de sevememekten korkardım hep evet..(sonra korktuğum başıma geldi..)
giderken hangi teselliyi bırakacağını bilemeyerek..
sebebi olduğum yaralara merhem olamam.. korkarım..
sevip sevilmemiş olmayı yeğlerim hep..kendi acımı cesurca çekmeyi tercih ederim..
başkasının sızısını sırtlanmak ne denli zor..ve artık biliyorum ne denli imkansız..

**
şimdi bunları neden yazdığımı bilmiyorum..
belki yazarsam, dökersem cümlelere sanki içimde sıkışıp kalan o hissi de açacağım önüme..bakıp göreceğim..
yeniden güzel hatırlayacağım belki..yüzümde yarısı çözülmüş bulmaca gibi duran bu ifadeyi tamamlayacağım..
kim bilir..
...


ve bazen anlıyor ki insan; 'insanda zaman geçmiyor..'*...

-Ebr-i Nisan-
----

*"kadında zaman geçmez.".-ece temelkuran
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...



Counters
Free Web Counter