Cuma, Nisan 29

Yağmur...



"ama ben sizi nasıl da kırılgan, nasıl da kendiliğinden sessiz ve kimsesiz sevdim.
mevsimlerden bahar, kuşlardan serçe, çiçeklerden papatya, renklerden beyazdınız.
ben sizi içimde geç kalmış cümlelerin telaşıyla ve merdivenleri üçer beşer çıkmanın çoşkusuyla sevdim.
ama ben sizi son istasyonlar gibi sevdim.."*


Yağmur dedim sana... Gökyüzünün toprağın bağrını serinletmesi gibi, nasıl da ihtiyacım varmış kalbimin kuraklığını ıslatması için yağan gözyaşlarına... Gözyaşları ki yüreğin aşkın rahmetiyle kucaklaşması...
Mutluluk dediğin tıpkı ademin diğer kelimeleri gibi aslını göreyim diye bekliyormuş bir köşede...
Mutluluk... tıpkı aşk gibi, özlem gibi, kalp gibi, sen gibi, 'O' gibi işte bilmediğim tüm sesler gibi...
Yeni yeni heceliyorum adını...
Her gün yeniden öğreniyorum...
Dediği gibi şairin bir de, 'sen bana yeni yılsın her daikika/ her dakika bir yaşıma daha giriyorum'**...
...

İçimden kelimeler dökülüyor habire... Bütün seslerim sana koşarken hiç yadırgamıyorum bu durumu... Lakin biri görecek, görebilen biri, diyecek ki 'bu cümleler sizden mi düşüyor?'
Tek derdim ne biliyor musun; hepsini yazayım sana istiyorum... Yolda izde kaybolmasınlar... Hiç eksik kalmasın... Bir sesin eksikliğine bile tahammülüm yok artık...
Meğer diyorum ne kadar uzunmuş beklediğim zaman... Ne kadardır yürüyorum bilmiyorum...
Ayaklarımın altı kan revan; sana kavuştum ya zerre acısını hissetmiyorum...

Kulaklarım, gözlerim, ellerim, ciğerlerim, yüreğim... bana emanet ne varsa hepsi bayram sevincinde... Ellerine balon tutuşturulmuş çocuklar gibi tüm hücrelerim... Mutluluğun anlamını her nefeste yeniden okuyorlar adından... Adından tutunuyorlar hayata...

Ve hüzün... Biliyor musun hüznün elleri küçüldü sen gelince... Tutunamayacak kadar bana... ve sana tutunamayacak kadar küçücük kaldılar... tutunamadılar...

Bir tek özlem acıtıyor canımı... Özlemek... Öğrendiğim yeni kelimelerden bir kelime...
Özlemin ıslaklığı kimi zaman yastığımla kucaklaşıyor, kimi kez özgürce dolaşıyor yüzümde...
Ama dedim ya; özlemek, aşkın rahmetini yağdırdığı en güzel sebeplerden bir sebep...
Kalbimin kuraklığı şükre duruyor özlemin ruhumdan taşınca...

Sesinin düşüşü kulaklarıma ardından... Ruhuma aşkın üflenişi gibi yeniden...
Sesin yağmurlara güneşi getiren...
Sesin ki bütün mesafeleri yırtıp atan, koşmak ne kelime uçar gibi kucaklayan sesimi...
Ve ben ne zaman sana seslenmeye kalksam sesime değen sesini görüp yeniden şükre duruyorum...
Kalbimin kalbine karşı duran yüzünü seviyorum yeniden...
Öyle bir seviyorum ki... öylesi bir sevmek işte...
Öyle bildiğin gibi...

'Ellerim' demiştim sana hatırladın mı; 'ellerim hiç ısınmaz benim...'
Mevsimleri şaşırdığından değil, mevsimlerden habersiz oluşundan belki...
Hiç tanımadığından baharı yazı...
Şimdi bak bir de, ellerim sendeyken nasıl da mevsiminde açıyor çiçekler...
Nasıl da ısıtıyor içimi... Güneş nasıl da kan oluyor ellerime... Hayat nasıl da başlıyor... ilk kez...

Aydınlığın gözlerimi nasıl da kamaştırıyor... Karanlıktan çıkmış gibiydim ya zaten; yeni yeni alışıyorum güneşi/mi/n yüzümü aydınlatmasına...
Onca karanlıktan sonra görebildiğimi farketmek nasıl da güzel...
Hep kör olduğumu düşünmüştüm oysa...

Sen öyle bir sebepsin ki bana ve öyle bir sonuç...
Hergün bana emnaet olan onca güzelliğin bir kez daha farkına varıyorum varlığınla...
Aşk... Sen benim şükrümün susmayacağı 'en' güzelliksin... en ama.. en...
Bana beni gösterdin diye, bana seni gösterdin diye... O diyen sesin kulaklarımdaki rengi sonsuzluğun renginden diye...
O işte...
Çok şükür..
Çok...

Dediğim gibi daha evvel de yine söylüyorum...

'Mırıldandığım herşeysin, sesinden öpüyorum..'***

-Ebr-i Nisan-
----


* mazi kalbimde yaradır
**sezai karakoç
***haydar ergülen

Hayat mayat diyorlar*



Yağmur... İri tanelerini kızgın gökyüzünden kopartıp pıt pıt vuruyor camlara... Gökyüzünün bir sıkıntısı var gibi duruyor... Gökyüzü içini boşaltır gibi... Turuncu battaniyemin üzerine uzanıp gökyüzünün grisine çeviriyorum iyiden yüzümü... Pencereyi hafiften aralıyorum... Aralık duran pencereden içeri yağmurun toprağa dokunuşundaki sevdalı kokusu doluyor... Sonra ciğerlerime... Ciğerlerim bayram yeri...

Dün gece canıma can bir dostumla yaptığımız sohbete gidiyor aklım... Düşüncelerim yağmur gibi sıralanıyor göz göz önüme...
" Ben artık onsuz da yol alabiliyorum" diyen sesine çarpıyor aklım... "O olmasa daha az üzülüyorum.." diyor hüzünlü bir sağanağın son damlalarını bırakır gibi..
Seslerin görüntüyü tamamlayan bir hali var zihnimde...
Eskilerden kopup gelen, yaşanmışlıklarda beden buluyor yeniden...
"İlla ki", diyorum..
"Bazen bunun olması gerekiyor be kuzum... Ne yaparsan yap olmuyor çünkü; bazı dostlukların ( dost diyoruz ama belki de yanızca arkadaşlıkların) miadı doluyor bir gün... Yaşamayan anlayamaz çok zor... Lakin malesef var böyle bir gerçek...
Bir gün bir bakıyorsun yollar bitmiş önünde... Önün çıkmaz sokak... Onca yılına sırtını yasladığın güven duygusu, o inanç, o "o olsaydı şimdi anlardı" halleri buharlaşıyor mu siliniyor mu ne oluyor bilmiyorum; ama birden sadeleşiveriyor hayat... Yediğinin içtiğinin ayrı gitmediği insanla iki yabancıya dönüşüveriyorsun... En kötüsü de buna tek bir neden bulamıyorsun... Öyle tuhaf ki... nedensiz çünkü...
Kendini sorguluyorsun durmadan... 'Bir yerde bir yanlış yapmış olmalıyım' diyorsun, 'kıracak bir şey mi söyledim ki zamanında?' ya da 'ihtiyacı olduğunda değil miydim yanında?', 'nerde yoktum da bu boşluk sardı aramızı... Nerden beden buldu bu uçurum??'
Ama yok, cevabına iliştireceğin tek bir cümlen, bir kelimen dahi yok...
Bütün bu tanımlamaların önünde çizdiği resme bakmamak için ellerin yüzünü örtsün istiyorsun...
Ellerinle kapadıkça yüzünü küçülüyor ellerin...
Ellerin eriyor gözünün önünde, gerçek büyüyor...
'Gör!' diyor..'Duy!' Kaçtığın her şey yürüdüğün tüm yollarda karşına çıkacak...'
Hayret ediyorsun sadece...
Dostların değişen, dönüşen haline... Kalbin de yüzün de gözlerini kocaman açarak bakıyor sonra, daha iyi göreyim diye... Gördüklerin kırgınlıktan başka iz bırakmıyor ruhunda... Kırıla döküle, azalta azalta onun hayatından eksiliyorsun... Ve eksilirken aslında kendini yeniden tamamlayarak çıkıyorsun usulca kapladığın yürekten...
Hoyratlıklarının ruhunda bıraktığı sert dokunuşları susa susa içleniyorsun... Yüzün yağmura dönüyor...
Sesin kaleme...
Sözcükler bilmese de ne yazdıklarını içinden dökülüyor bütün çekmeceler...
Bundan sonrası mı?
Belki alışmak, belki arada bir hatırlayıp sızlaması kalbinin bir köşesinin, belki yanından geçip giderken bir yabancının esintisini duymak burnunda... gözlerinde 'belki de hiç göremeyeceğim' dediklerine bakmamak bile...
Bir o'na dönüşme hali belki... Belki neden yaşadığını bulmak bütün bunları... Öğrenmek tüm sızıların gizli dilini..
Ve belki de kim bilir... Umut tutuverir yakasından dostluğunu, 'kendine gel' der... 'Kendine' gel!
Sen de bak kendine, gör kendini!
Vakit geç olmadan, tüm sesler yitmeden, pişmanlık yaran olmadan ses ver!
Olamaz mı, olabilir be kuzum(;
Benim hala umudum var..(.

Yağmur mu?
Son damlalarını bıraktı toprağa...
İçi açıldı gökyüzünün, hırçınlığı toprağın kalbinde yumuşadı gitti...
İçim açıldı ses son sözünü umuda bıraktı diye...
İçimden mi geldi ne...
Kim bilir...
Olamaz mı olabilir..
(;

-Ebr-i Nisan-
---

*hayat mayat diyorlar: necip fazıl kısakürek

Perşembe, Nisan 28

Çınar..


Çınar

Bir çınar gibi göğe dururum

Ne yıkılırım ne sökülürüm

Ne hasret yıkar ne ayaz yakar

Baş eğmem bir tek yöne dururum



Rüzgarım çalar dallarım söyler

Gönlümü kırma sazdan olurum

Paye verip de paya pay katma

Çoğu istemem azdan olurum



Ne yazım vardır ne kışım vardır

Yüreğim hardır yanar dururum

Dost bilene hep yerim vardır

Şu gönlüm handır köle olurum



Selam bahara selam hazana

Çiçek açın siz sizden olurum

Ben kök salmışım kara toprağa

Sus deme sakın sözden olurum


- Aysel GüreL -


Pazartesi, Nisan 25

~ HayaL Bilgisi ~

Web Sitemiz Yayında!



Web Sitemiz Büyüyor, güzelleşiyor. Düzenlemeleri yapmaya başladık.Yakın zamanda içerik güncellemelerine başlayacağız ve siteyi aktif olarak kullanacağız. (:
Hepinizi bekliyoruz (.

Cumartesi, Nisan 16

Hayal Bilgisi Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi Nisan Sayısı


HAYAL BİLGİSİ KÜLTÜR SANAT VE EDEBİYAT DERGİSİ'NİN 2. SAYISI YAYINLANDI

Buna hakkın ...yok insanlık!

Değerli Dostlar,

Hayal Bilgisi, ikinci sayısını sizlerle buluşturmanın sevincini yaşıyor. ‘Huzur’ konulu Mart sayımızın ardından, Nisan’da, ‘Savaş Çocukları’ konusunu ele aldık.

Yıl 2011 ve biz hala bütün akılalmazlığıyla savaşlar üretiyoruz ‘ahlak birikimlerimizle’. Kan, ölüm koleksiyonlarına malzeme oluyor.


Hayata gözlerinizi hangi toprak parçasında açmış olursanız olun; savaş, bütün olasılıkları zorlayarak kapınızı çalabiliyor. Ve siz, hiçbir hesaplaşmanın tarafı olmasanız dahi, tutmayan hesaplara kurban olabiliyorsunuz. Adını hayatınızda dahi duymadığınız liderlerin çıkar oyunları, sizi sevdiklerinizden ayırabiliyor. Yani, tıpkı sizin gibi etten ve kemikten olan ‘önemli insanlar’, umrunuzda dahi olmayan nedenlerle, sizi, ailenizi, sevdiğiniz herkesi ve her şeyi, büyük bir nefret ile öldürebiliyor.


Bugün, sadece televizyon etkisi ile, insanlar süregelen savaşları, aktörleri, gizli aktörleri çok iyi çözümleyebiliyor. Ve naklen izliyoruz olup biteni. Bütün dünya şahit oluyor zulümlere. Önce bombalıyoruz, sonra insani yardım ve ‘demokrasi kolileri’ naklediyoruz. Para, bütün yaraları sarabilir sanıyoruz. Binlerce çocuk için mezarlar kazılıyor ve binlerce çocuk, ailelerinin mezarları başında ağlıyor.



Savaşların ruhen ve bedenen sakat ve yetim bıraktığı milyonlarca çocuk var. Soğuk savaşlar, ambargolar ile, fiili olmasa da, ekonomik olarak bir savaşın içine doğmuş çocuklar, hastalıklar, açlık ve temiz su eksikliği gibi nedenlerle hayatlarını kaybediyor. İzledikçe hüzünleniyoruz. Hüzünlenmekten ibaret bir tavır ile devam ediyoruz hayatlarımıza.



Duygulanıyoruz savaş çocukları için. Gözyaşı döküyoruz. Ama hepsi bu! Çocukları da siyasetin, çekişmelerin, anlaşmazlıkların bir parçası olarak görüyoruz. Oysa daha fazlasını biriktiriyor çocuklar. Bizim hiçbir şekilde tasavvur edemeyeceğimiz acılar çekiyorlar. Yalnızlıkların en derin’ini taşıyorlar yüreklerinde. Ve gölgelerine bile güvenmedikleri bir dünyada, yedi milyar insandan ‘korkarak’ yaşıyorlar.



Savaş çocukları, hiçbirimize güvenemiyor; dünyanın bir yarısı onlara silahlarını doğrultuyor çünkü, öteki yarısı ise bunu film sahneleri gibi izliyor sadece.


2. sayısında, Hayal Bilgisi’nin okuruyla buluşturduğu isimler şöyle:

∞ Mesut Gül ∞ Cihat Albayrak ∞ Müzeyyen Çelik ∞ Ahmet Kanter ∞ Çöygün Selcen ∞ İnci Erkan ∞ Hakan Bilge ∞ Saadet Sorgun ∞ Ayşe Ünsal ∞ Mehdi Akan ∞ Boğaç Haxhijahja ∞ Yelda Karataş ∞ Esra Dülger ∞ Siraleyna Sevgili ∞ Meliha Kar ∞ Uğur Işık ∞ Kâmuran Başdemir ∞ Oktay Özman ∞ Bedia Belkıs Balcılar ∞ Durkaya İpşir ∞ Gülşen Çağan ∞ Ebru Balcı ∞


Dergimizin ilk sayısından edinmek, abone olmak, fikirlerinizi paylaşmak, ayrıca eser gönderimi ile ilgili konular için:


hayalbilgisi@windowslive.com


http://facebook.com/hayalbilgisi

http://hayalbilgisi.org/


CİHAT ALBAYRAK
Genel Yayın Yönetmeni

Perşembe, Nisan 7

'Yeni'den değil 'ilk' defa...

Yol... Varlığın zâhire vurduğu... İşte şimdi, işte bu noktada, tam da ayaklarımın altındaki dünyada yeniden başlıyor hikaye... Ya da hayır ilk defa başlıyor demeliydim... Anladığım haliyle dilime düşüremediğim kelimeler yetişiyor içimde... Bu yüzden tüm suskunluklarım, konuşurken anlatamamazlıklarım... Tarifsiz bir kelimenin en yalın halindeyim...

İlk diyorum... Lakin bundan öncesine yok demek değil maksadım, ben bundan sonrasında 'var'ım demek sadece... Sol yanıma yaslanmış boşlukta uzun uzun bekleyen ayazın bağlarını çözdüğüm düğümde ellerim... İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte; bugün ilk defa doğuyorum kendimden... Bugün kendimi ilk defa doğuruyorum...

Kelimeler... Ah kelimeler; insanı nasıl da kucaklarmış... Ya cümlelere tamamlayınca kendilerini; sımsıkı nasıl da sarılırmış kolları... Cümlelerin bağrına bastığı yerdeyim şimdi... Onca mesafeden kalbime düşen seslerin beni sıcaklığına aldığı yerde... Nasıl bir güzellikte sesim... Varlığım... 'Yeniden' değil 'ilk defa'dayım...

Sökülüyor içimde u/mutsuz kalan tüm fiiller... Bir mesajla, gecenin bu saatinde gelen bir telefonla, mailime düşen cümlelerin soluğuyla... teker teker sökülüyor... Gözlerime hücum eden yaşları bırakıyorum kendi hallerine, silmiyorum hiç birini... Yüzümde mutluluktan bir sağanak başlangıcı... Yeniden örüyorum hayatı 'aşk'la... Ve  yalnız O'nun adıyla başlıyorum kendimi yazmaya...

Bugün... Yani saat 24'ü gösterdikten sonra açılan bir kapıdan ilk defa girmiş gibi heyecanlı, yürümeye yeni başlamış gibi tay tay adımlarla nefesime vuruyorum hayatı...
İlk defa ciğerlerime dokunur gibi oksijen...
Dünyaya ilk defa gözlerini açmış gibi çocuğum ben...
Bir bilinen vardı, bir bildirilen... İçime düşen histen miydi? Belki; 'bu yıl başka bir yıl olacak' dedirten...
Ah Mevlam! Sana binlerce şükür...
Bugünü görecek miydim ben...
Bu yola çıkacak mıydım...
Ben bunu gerçekten hak etmiş miydim?...
Teşekkürün hangi halinde en güzelsem sana, beni o halimden anla... n'olur...

Gördüğüm her güzellikte bakışından ayırma...
Seni gördüğümden aklımı şaşırtma!

Sevmek... Bu kadar çok sevmek... En güzel sevmek işte bu! O yüzden 'senden daha çok' diyebilme haddinden taşmış duygularım... sen bağışla...
Gördüğüme, görünen suretten sızıp bu cümleleri ördüğüme bakmadan bağışla...

Sen sevdirdiğin için sevmek güzelliğindeyim..
Sen sevdirdiğin için 'sevilmeler cumhuriyetindeyim'...
Daim kıl inşallah... Sen utandırma...

Şimdi dostluğuna, sevgililiğine, arka/daşlığına, kardeşliğine düşürdüğün her aşk tanesi için ve büyüttüğün, hepsi adına yeniden minnetarım sana... Şükr'üm yalnız sana!

Kavuştuğum toprakta özden bir hale bakışımda saklı her biri... Her biri en güzel cümlesi kalbimin...
Milattan önce kapısını çekip çıktığım her cümle için mutluyum... Ve açtığım tüm cümle kapılarından yol'u aşk ettiğin için milattan sonra; işte bunun mutluluğu tarifsiz bir hale vardı içimde...

Sessizliğimizde dahi dilimizin ardındakileri okutabildiğin dostluklar...
Birbirinin rengini giyinmiş seslerimiz sonra...
Başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz aynı rengi gökyüzünün ve gecenin örtüsünde saydığımız aynı yıldızlar...
Büyüyoruz derken tam da, ilk defa doğabilmek...
Anlamış ve toy; sessiz ve kalabalık kimliğin uyanışı...
Bildiğim tüm cümleleri sökme isteği ardından...
Her şeyi tersten okutan 'aşk' ın adı... varlığı...

Bahçede çiçeklenmiş gencecik erik ağacı gibi bahar bakışlı bir 'iyi ki' bu...
Tüm 'keşke'lere bir 'iyi ki' öğreten..
Bildiğim tüm cümleleri yeniden ve yeniden sökme isteği...
Anladım ve bildim dediğim her şeyi..
Çünkü başka... şimdiki hali en başka hayatın.. adı en başka...

Bu satırlara çoğunun gözü değmeyecek olan; ellerimi ve kalbimi emanet ettiğim sevgili ve içine düşürdüğün cumhuriyetin sonsuz güzelliği, umudumuzun ellerinden hiç bırakmadığımız, mutluluğu beraber acıyı beraber tattığımız, yol arkadaşlığının en kıymetli hali, şükrün zikri, bir el, dost, can olan keşifdaşım, her halimden hâldaş olan gönüldaşlarım, hayatıma en güzel halleriyle en yeni arka/daş olanlar, sesinizi yetiştirmek için yırtılan tüm mesafelere an'da bulaşan dostluk telaşı, en güzel süsleri ömrümün... bir anne şefkati, bir baba esirgemesi, bir kardeş soluğu en muhteşeminden... Hepsinden 'Aşk Bakışı' ve benden hepsine 'Aşk Bakışı'...

Bugün içimdeki bu güzel kalabalıkla ilk defa doğuyorum... Varlığıma en güzel renk, aşkıma en güzel bakış olan yüreğimdeki tüm 'ben'leri çok seviyorum...

İyi ki doğdum... Bence de(. Kutlu olsun birlikte... İyi ki varsınız diye bir dua tutturuyorum.... Asıl siz iyi ki varsınız!...

Hep birlikte 'en güzel' nice senelere.. Aşk'la...

'Yeni'den değil; 'ilk' defa..

-Ebr-i Nisan-
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...



Counters
Free Web Counter