Pazartesi, Mart 24

'Sana Söz Yine Baharlar Gelecek!'




"Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. 
Karşı çıkmak istediğim kurallar var. 
Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun..." Tezer Özlü


8 Mart'tan bir gün öncesiydi. Kadınlar Günü için söyleşi yapacağız. Güzel bir sohbet olacağına eminim.




Umutlanarak randevulaşıyoruz. Konuşarak dünyayı kurtaranlardan olmadık hiç (bunu başaran var mı o da meçhul tabi) ikimizin de ceplerinde yaşadığımız yeri güzelleştirecek fikirler var. Bi'şeyler yapma derdindeyiz. Güneş gördükçe başımızı çeviriyoruz ona, bize doğru bir ses duydukça yalnızlığımız dağılıyor derken, duraktayım. Servis bekliyorum. Benimle birlikte servis bekleyen bir beyefendi var sadece. Servis geliyor, öyle dolu ki durmadan geçiyor. Şaşırmıyorum. Derken bir süre sonra ikinci servis geliyor, o da ağzına kadar dolu ancak duruyor. Servise binmek mecburiyetindeyim geç kalmamak için. Haliyle onca beklemiş olan duraktaki beyefendi de biniyor. Basamaktayız ben bir üste çıkıyorum. Servis hareket ediyor, aracın hareket etmesiyle ikinci basamakta duran kadın tüm hışmıyla şoföre çıkışmaya başlıyor, olanca sesiyle."Bu nedir böyle, din diyanet, iman bırakmadınız, almasana bunları, herkes birbirine yapışık böyle şey mi olur" benzeri cümlelerle söylenmeye devam ediyor. Herkesin gözü bağırarak konuşan sinirle hareket eden ve yanındaki adama vebalıymış gibi bakan kadında. Hanımefendi başı örtülü bir bayan. Söyleyecekleri bittikten sonra bana dikiyor gözünü kolumdan tutup sen şöyle geçsene diyor. Önce anlamıyorum ne demek istediğini. Sonra birden kafama ağır bir tokmak yemişim gibi ağırca işitiyorum yeniden söylediklerini. Yanında aynı durakta beklediğimiz bey var. Kendisi benim yerime geçmeyi, beni de beyefendinin yanına sürüklemeyi uygun buluyor. Kendince. Kolumu geri çekip şu anda o şokla neler söylediğimi tam tamına hatırlamadığım sözler sarfediyorum. Ama biliyorum içinden geçen bazı cümleleri. "Siz kadınsanız beni ne olarak görüyorsunuz ya da siz inançlıysanız bunun aksini benim üzerimde nasıl düşünebildiniz?" Çok tuhaf değil mi? Midem bulanıyor benim o sırada. Kendime hakim olmaya çalışıyorum. Kadın sırtını dönüyor kendince söylenmeye devam ediyor. Kan beynime çıkmış durumda. Düşünebiliyor musunuz, birilerinin başınız açık diye sizi istediğiyle yanyana yakıştırabilecek bir yerde duruyorsunuz, inancınızı, edebinizi, ahlakınızı, dininizi, beyinlerine yerleştirilmiş sığ düşüncelerle ölçülendirebiliyorlar. Allah'la aranıza girebiliyorlar, onlara bakılırsa ne kadar müslümansıznız gözünüze bakarak anlayabiliyorlar. Kelimelerden 'umut'u seçmiştim yazının başına getirmiştim oysa onu, yaşadığı yeri güzelleştirme çabası, kadınlarla birlik olma hevesi... Şimdi. Şimdiyse o güneş bulutların arkasına girmiş gibi. Sonra kendimi tamamen toparlıyorum. En çok bu cümleleri sarfeden kadına, onunla beraber yanında bunu sanki bilerek yapan, vebalı muamelesi gören lakin eminim ki sürekli ayakta gittiği halde gıkını çıkarmadan o servise her seferinde binmek mecburiyetinde olan adama üzülüyorum. Kızıyorum da aslında, insan kendini nasıl bunca sığ bırakabilir diye. Hele de şu zamanda insanın kendini donatabilmesi çok da zor değilken, aslında hiç de zor değilken.... Evet diyorum; mutlaka bi'şeyler yapmalı!

Sonrasında dün akşama çeviriyorum kalemi. Yine servisteyiz, sizi şaşırtmayacak bir cümle daha: servis tıka basa dolu! Öyle olduğu halde muavin içeriye birkaç kişi daha tepebilme derdinde. Şimdi bu yazıyı başka yerden okuyan biri nüfus yoğunluğu bakımından oldukça kalabalık bir ilçede 3-4 servis çalışıyor toplamda sanır. Yok öyle değil işte, onlar böyle seviyor! Hatta servis öylesine dolu olmalı ki muavin kapanamayan kapıdan dışarı doğru sarkıp saçlarını rüzgarda ahenkle dans ettirebilsin! Bu konuyu fazla uzatmaya gerek yok esasen Allah'a havale ettik çünkü biz bu durumu. Zira ne kadar ısrarcı davrandıysak çözüme ulaşamadık. (Bazen iyi ki bir aracımız yok diyorum, yaşadığımız yerde insanlar neler çekiyor ulaşımda, onları empati kurarak uzaktan anlama çabasına girmiyoruz. Direk olay yerinde inceleme imkanımız oluyor. Yoksa bu satırlar nasıl doğardı değil mi?!)

Nezaketli insanlar bir koridor oluşturup ortaya doğru ilerlememe yardımcı oluyor serviste. Lakin aşırı bir kalabalık var. Servis hareket ediyor. Tutunabilmek büyük mücadele. O sırada yan tarafta oturan bayan önünde duran poşetlerini kucağına alarak bana buraya geçebilirsiniz diyor. Önünde açılan kısma giriyorum minnetle. Hemen az evvel anlattığım olay geliyor aklıma. Beni kalabalığın arasından alıp kendi rahatını bozarak beni biraz da olsun rahata kavuşturan da bir kadın, beni kolumdan tutup kendi rahatsız olduğu konuma yerleştirmeye çalışan da... İnsanın umudu böyle tazeleniyor, böyle güzel insanlarla. İçimde güneş açıyor, kalkıp kadına sarılasım geliyor, 'iyi ki varsınız! diyesim geliyor, dünya sizinle güzel' diyesim geliyor. Güzel insanları hep kucaklamak geliyor içimden. Bir önceki yazımda da belirttiğim üzre kötü olmak zorken zaten hep iyi olmayı seçen insanları.... İncelikleriyle varım diyenleri, samimiyetle saygısızlığı, hadsizliği karıştırmayanları, yerini bilenleri, konuşmanın iştahına kapılmadan karşısındakine değer verip dinleyebilenleri, karşısındakinin derdiyle dedikodu kazanını kaynatmak yerine kendininmişesine dertlenenleri, sıkıntı değil huzur verenleri kucaklamak istiyorum. Bitmesinler istiyorum, bıkmasınlar istiyorum böyle olmaktan, vazgeçmesinler istiyorum, gitmesinler istiyorum. Çok mu şey istiyorum??

Yaşadığımız yer güzel bir yer, güzel insanları olan bir yer. Lakin ona güzel şeyleri yakıştırmak istemeyen insanlar var etrafında. Kadınları evden çıkmasın, en fazla ev ev gezsin, çalışmak da neymiş oturup evinde yemeğini yapsın, çocuğuna baksın, kaldırımlar bizimdir mümkünse sokağa çıkmasın, adamı günaha sokmasın, hep sussun bi'şey sorulmadıkça konuşmasın diyen adamlar var mesela. Eminim biliyorlardır ki; bir yer güzelleşecek, renklere bürünecek, aydınlanacaksa bunun tohumlarını elleriyle çıkarsızca toprağa serpen kadın olacaktır. Farkındalar; bu yüzden istemedikleri kadınları etraflarında. Belki kendi acizliklerini görmek istemediklerinden de... Boş boş oturulup zaman öldürülen saatler ellerinden alınmasın, memleket kendi kendine yürüyor aman bize bi'şey olmasın diyenlerdendirler belki. Buraya bahar mı gelmiş, çiçek mi açmış, cemre mi düşmüş umursamayıp bilmeyenlerdendirler. Oysa bahar geliyor her seferinde dünyaya... Ve baharı gören güzel gözleri, yaşadığı yeri seven gerçekten seven cesur yürekleri var bu şehrin. Kusura bakmasınlar fazlasıyla rahatsız edeceğimiz insanlar olacak belki. Çünkü 'bu dünya bizim memleket!'

Sıdıka diye bir dizi vardı çocukluğumuzda; çok severdim. Sonrasında çokça rastladığım satırları geliyor Sıdıka'nın günlüğüne yazdığı. Son olarak onun cümleleriyle diyorum ki:

"Sevgili günlük, Bugün kötü olan her şeyi kendisiyle baş başa bıraktım, çünkü dışarda bahar vardı... Yarın yine olacak..."

| Dipnotcuk: Bu yazı her ne kadar yaşadığımız yeri baz olarak yazılmış olsa da eminim dünyanın pek çok yeri üzerine düşen payı çekecektir kendine... Çünkü bugün hala şiddet gören, öldürülen kadınlar var, bugün tahammülsüzlük sınırları fazlasıyla düşmüş akıl sağlığından endişe edeceğimiz insanlarla yaşıyoruz etrafımızda, aklıselim insanların fazlasıyla sustuğu, susturulduğu, bıktırıldığı, umursamaz ve terbiyeden edepten nasibini almamış gevezelerin kendini uyanık zannederek güzele dair tüm duyguları, incelikleri makasladığı dalgaya aldığı bir çağda yürüyor ayaklarımız. Küçük Prens'te bahsedilen ayrık otlarını zamanında farkedememişiz ki her yere salmışlar köklerini ama yaşıyoruz hala ve yaşıyorsak umut var demektir...Hep iyiliğe, güzelliğe, huzura... Çünkü bugün de bahar...|
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...



Counters
Free Web Counter