Pazartesi, Mart 16

Olduğu Kadar Güzeldik | Mahir Ünsal Eriş

Hikayeler hayatta başka bir sokaktır. Romanlar uzun yol. Hikayelerde mahalle sıcaklığı... Tıpkı bu kitapta olduğu gibi.
Evde buldum onu, seçtiğim onca kitabın arasında kararsızlığımı bozan bir samimiyetle gözüme takılıp duruyordu. Kapakta bir yaz, eski yazları andıran; bir baba ve oğlun sahile bakan sıcak yüzü. Aile konan bir kapak. Kapağını açıp başladıktan sonrası malum… Bu ilk tanışmamız; Ot Dergisi’ni saymazsak.
Okursunuz ama kimi okuduğunuzu, onu merak ettikten sonra öğrenirsiniz çoğu zaman. Düzenli olarak okunan önsözlerden ve yazarın kısa özgeçmişinden geriye çok şey kalmaz. Ta ki o sizi tekrar beni tanımalısın diye çağırana kadar.

Sayfalar çok da ilerlememişti.  Ya da “Benim adım Feridun” öyle bir hikayeydi ki, “ bi dakka yahu bu yazar nerede yaşıyordu?” diye başa döndüğümü fark ettim. Ayrılık acısının  kendini yiyip bitiren yalnızlığına bir düğünün samimiyet yürekli yalandan akrabaları karışırsa ortaya böyle kalabalık ve tadından yenmez bir öykü çıkıyordu. Sanırım en sevdiğim hikaye bu oldu kitapta.
Bazen yazar size olduğu yerleri öyle bir anlatıyor ki,“kalkıp gitsem ya şuraya” diyorsunuz. Çok Gezenti’nin yaptığı gibi bir şey bu. Erdek’teki çay bahçeleri buna en güzel örnek ve Eriş’in bu güzelim yere biçtiği cümle kurulan hayale en güzel başlık oluyor: “Erdek bir kitap olsaydı, bu çay bahçeleri ilk cümlesi olurdu onun.”Görmek başka diyelim, ya o Bandırma Tostu’na ne demeli. Büyük harfle yazıyorum ki artık benim için özel isimdir. İnsana akşam akşam evde Bandırma Tostu denemesi yaptırdığı için yazara kızasım geliyor. Zaten oldu mu olmadı bilemiyorum; adına Bandırma Tostu dediğim tuzlu salçalı güzel ekmek yarısı.
Oturmuşuz sohbet ediyoruz, anlatıyor da anlatıyor, ama karşısındakini sıkmadan, yormadan, dertlenir gibi, bazen de hayallere dalıp “hey gidi günler” diyerek tebessümle anar gibi çocukluğumuzun telaşsız sıcacık yazlarını; öyle devam ediyor içindeki 8 öykü. Altı imzalı cümleler, kara kalem işaretliler, tebessüm edilenler, iç sızlatanlar, hayal kurduranlar ve yeni kitap var mı diye sorgulatanlarla dolu dolu bitiyor kitap. Elbette ödül alacak bir kitapmış diyorum
 2014 Sait Faik Abasıyanık adına düzenlenen Sait Faik Hikâye Armağanı’nın 60.'sını alan Olduğu Kadar Güzeldik için.Yanında da okur ödülü; bu yılın en birinci öykü kitabı.

Yine İletişim Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde’yi bozduğum sıraya yerleştiriyorum.

Altı Çizilenler 
Benim Adım Feridun’dan
"..bir de yalnızlık var, onu da hesaba katmak lazım. İlk başlarda onsuzluk sanıyorsun bunu ama değil, basbayağı yalnızlık işte. Aynalarda kendini görmekten sıkılacak kadar yalnızlık, yatağa yattığında kendi kokunu duymaktan öğürecek kadar... Kimseyi istemiyorsun yanında, ama durup durup da yalnızlıktan şikayet edesin geliyor. Bir şeyden şikayet edebilmek için bile insan lazım. Öyle hileli bir şey bu. İstiyorsun ki hep senin terk edilişinden bahsetsinler, hep seni yalnız bırakana lanetler okusunlar topluca, "sen de ne çok sevmişsin be kardeşim!" desinler, "hak etmiyor, kızgın alevlere gelsin inşallah; sen hiç üzme kendini!" deyip hep sırtını sıvazlasınlar. Olmuyor ama. Bir dinliyorlar, iki dinliyorlar. Sonra bir bakıyorsun, sen anlatırken onlar telefonlarıyla oynuyorlar, saatlerine bakıyorlar, sigara paketinin naylonundan çiçekler yapmaya uğraşıyorlar. Senin de içinden gelmiyor işte ondan sonra, kendi kendine kalıyorsun. "hay ben böyle aşkın ıstırabını!" deyip kalaylayamıyorsun çünkü, aşk da senin ıstırap da. Ondan sonrası aynada kendi yüzün, yatakta kendi kokun, evin içinde şikayet bile edemeyeceğin, kendi dağınıklığın."

"Tıraş olmak ne garip şey, her seferinde altından gençliğin çıkacak gibi kendi yüzünü kazıyorsun, fakat yine, biraz daha yaşlanmış halin kalıyor eline. Aynadan bakıyor sana öyle geçkin, yorgun…"
“Üçüncü çayı bilmem kaçıncı sigarayla içerken gözüm televizyona takıldı. Böyle yerlere neden televizyon koyarlar acaba? Bu güzel körfezi, iskeleyi, balıkçıları, kedileri, zeytin adası'nı, bisikletleriyle geçen güzel bacaklı kızları, bebek arabalarında karnı tok sırtı pek gülücükler atan insan minyatürlerini seyretmek varken, televizyonda daha cazip ne olabilir ki?”Erdek çay bahçelerinden birinde-
“Hava, anneanne çarşafları gibi serin, tatlı ve güzel kokulu, seriliyordu, oynayan, sağa sola koşuşan, bir şeyler yiyen, sarılan kahkahalarla gülen kalabalığın üstüne.”
“ Yaz akşamlarının, insana yaşadığını hissettiren bir tadı var hakikaten de.”
“Her evin kafa kağıdı sayılabilecek bir kokusu olur hani. O koku orasıdır, bir orası öyle kokar. Kapıdan içeri girince o evin kokusunu duydum. Hafif yazlık, ılık ve o akşam bir şeyler kızartılmış bir kokusu vardı evin.”

Kanatlarımız olsa be Metin

“… şiir seviyorum, öyle gencim. Hayatımda kendi kitabı olan, kanlı canlı ilk insandı o. Birileri gel basalım şunları demişti. Bu, bilgisayar oyununda can kazanmak kadar keyifli bir şey olmalıydı.”
“ Hani, denizde, suyun üstünde bırakırsın ya kendini. Düz yatmak için değil ama, yüzüstü, kollar bacaklar serbest. denizanası gibi.Uzaydaymışsın gibi sanki. o hissi çok özlüyorum ben. Kendi ağırlığımdan kurtulma hissini. Denize gidelim.”

Malibu
“ Yürümeyi de, koşmayı da, düşmeyi de burada öğrendim. Ama kalkmayı öğrenmem için Bandıra’dan ayrılmam gerekti. Ananın babanın kucağındayken öyle tepe taklak düşülemiyordu çünkü.”

“İnsanın canına tak eden şey, gerçekten tak diye keskin bir gürültü çıkarıyorsa, telefonda o sesle konuşmuştu benimle.”
“Okulun içinde hamamböcekleri gibi dolandığımız kapkara önlüklerden kurtulmuş, kravat takmaya başlamıştık artık. Bu benim önemli bir adam olacağıma duyduğum inancın ilk gerçek karşılığıydı. Kravatım vardı, ceket giyiyordum; artık yakalarım kolalanmıyor, gömleklerim ütüleniyordu. Büyümenin daha inandırıcı bir ispatı olamazdı.”

Stoper
"Hayat, kendini öyle bir gelip senin karşına koyuyor ki, hayallerini, umutlarını, çocukluğundan, gençliğinden beri kurduklarını yutturuveriyor sana."

- Ayşe-

Tuğba Sarıünal | Sanrı


SanrıTuğba Sarıünal'ın ikinci kitabı. Destek Yayınları'ndan 2014'ün Kasım'ında roman olarak çıkıp okuyucuyla buluşan kitap, bu haline yine Tuğba Sarıünal'ın yazdığı bir senaryodan uyarlanmış. Bir medikal polisiye olan roman daha ilk sayfasından okuyucuya çok şey vereceğinin altını çiziyor. Öyle ki belki bildiklerinizi okumaktan ya da bilmediklerinizi öğrenmeye başlamaktan mutluluk duyarak elinize kaleminizi alıp not tutmaya başlıyorsunuz.
Roman akıl hastanesinde tedavi gören bir doktorun gözlemleriyle, düşünceleri ve yaşadıklarıyla anlatmaya başlıyor kendini. Mesleğine aşık Doktor Tamer'in en büyük tutkusu ilaçlar. Ilaçlar onun için eşinden, evliliğinden bile önce geliyor. Hayatta heyecanını en canlı tutan etken, bu konuda sürekli kendini araştırma, geliştirmeye veren doktorumuz zekasıyla kendisini takip ettiren bir dizi karakteri gibi. Kimi zaman aklının ona oynadığı oyunlarla sizin de başınız dönüyor, lakin sonra hiç beklemediğiniz biçimde yön değiştiriyor rüzgar.
Tahmin edilenin peşine düşmek sıkıcı gelir çoğumuza, bu kitapta peşini bırakamayacağınız bir hikayenin sıklıkla yanılan tarafısınız. Acabalar aklınızı kurcalarken yanılmak hoşunuza gidecek ve tahmin etmediğiniz bir sonla istemeyerek kitapınızla vedalaşmak zorunda kalacaksınız.
Kitaptan Neler Öğrenmedik ki 
  • Nöroleptik ilaçların, beyindeki sinir hücreleri arasında iletişimi sağlayan dopamin denilen maddenin aşırı etkinliğini yok ederek görülen sanrıları ortadan kaldırıldığını. 
  • Ilaçların mucizevi karışımlar olduğunu biliyorduk. Penisilin in yeşil küf mantarından elde edildiğinden, aspirinin hammaddesinin söğüt ağacı olduğundan, yılanın avını sindirmek için salgıladığı zehirden tansiyon düşürücü üretildiğinden kaçımız haberdardık. 
  • Bulduğu çubuk karakterin yanına bir kutu kola açan Doktor Tamer bize tarihte üretilen ilk kolanın Hazım ilacı olarak eczanelerde satıldığından, bir süre sonra sulandırılarak serinletici bir içeceğe dönüştürüldüğünden bahsediyor.
  • Bebeklerin ilk aylarında kan şekerinin düşmesinin ölümcül olabileceğini, ağlamasalar dahi en az 2 saatte bir emzirilmeleri gerektiğini. Bebeklerin doğumdan sonraki birkaç gün kilo vermelerinin, akciğerlerindeki suyu atmalarından kaynaklandığını ve bunun normal olduğunu ve buradan okumak yerine romanın akışına kapılıp okumanızı tercih ettiğimiz daha bir sürü bilgiyi dimağınıza almak için alıcılarınızı açık tutarak okuyun. 




Yazara Katılıyorum 
"Aslında konuşabilmek insana verilmiş en büyük lütufken, karşınızda doğru dinleyici bulamadığınızda tam bir ızdıraba dönüşüyordu." |sayfa 116
"Konuşamamak bir kadın için en kötü dışavurum yolu olmalıydı, içinde biriktirdiği herşey; öfkesi, kırgınlığı, tutkusu bir türlü azından dökülüp kelimelere dönüşememişti." | sayfa 38
Tuğba Sarıünal okuduğunuz ilk kitabıyla sizi Israrla diğer kitaplarını da okumaya çağıran yazarlardan. Yazarın zekice kurguladığı, her sayfasını merakla okuduğumuz Sanrı'dan sonra sıra ilk kitabı olan Nakil'de.
-Ayşe Ünsal-
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...



Counters
Free Web Counter