Çarşamba, Aralık 16

Yasemin III

Yasemin,
Çocukluğumu artık toprak kokusuyla koynunda taşıyan... Gidenler götürürmüş kendindeki hatıraları, artık bunu çok iyi anlıyorum. Karşılığı yok, anlattıkça sessizlik her yer... Artık ben de susuyorum. Kime ne anlatayım.
Sabaha dek, boğazım patlayana kadar ağladığım o geceyi misal. Henüz yaşım üçmüş, üstelik sen yan bahçedeki evdesin. Tanışıyor muyduk o zaman, arkadaş olmuş muyduk? Kesik kesik hatıralar gözümde. Annemle konuştuk geçen gün, evet bak annemle konuşuyoruz arada, "C vitamini bakımından zengin mandalinalar gibi"* hissediyoruz konuştukça. O sıralar taşınırken, beni babaannemlere bırakmışlar, o telaşede bir yerlerde unutulmayayım diye belki, belki de ayak altında dolaşmayayım diye :) Bahçe duvarının hemen ardında yanan o parlak sokak lambası aydınlatırdı evi geceleri. Hatırlıyorum içerde ışık yakmaya bile gerek kalmazdı. Aralarına televizyonu n sonradan görme yabancılık yayan o halini layık görmeyen o samimi ev, bir radyonun esnemesiyle huzurlanırdı. Ve ben o gece annesinden ve babasından uzak düşürülmüş bir çocuktum. Beni bıraktılar mı sanmıştım, unuttular mı sanmıştım bilmiyorum; o uzaklık ağlatıyordu iki gözümü.
O geceye çeviriyorum yüzümü bugün de yaşım 30 'a dayanmışken, hala annesinin, babasının uzağına düştüğünde düşecekmiş korkusu yaşayan bir çocuğun kalbini taşıyorum. Canım yanıyor. Kendi ellerimle koyduğum uzaklık, yalnızlık, hırçınlık ve sessizlik doğuruyor. Artık belki de hiçbir şey anlatmıyorum. Kime ne anlatayım.
Ah Yasemin, gidenlerle paylaşmak daha mı kolay, canının yanmayacağını bildiği için sanırım insan, gevezelik yapabiliyor.
İçimde tuhaf bir his var. Hiç doğmayacak hüzünlü bir çocuk büyüyor sanki içimde.
Çocuk. Dünyanın karanlığıyla büyüyor güzellikleri çoğaltmaya çalışsak da.

Karşı komşum kek getirmiş, olsaydın da paylaşsaydık şimdi. Bu mis gibi koku sadece davul fırınlarda pişen keklerde var artık anladım. Akşamdan kalma bir bardak da çay. Vecihi merakla ekrana bakıyor, harfler çoğalırken.

Harfler çoğalırken ben ruhumun tüm inceliklerini törpülüyorum yine. İnsan canı yandıkça nasıl da değişiyor, anlatıyorum sandıklarıyla, anlaşılamadıklarıyla... Anlaşılamadıkça daha da hırçınlaşıyor kalbim, cümlelerim daha da keskinleşiyor, acıtıyorum, can yakıyorum, sadeleşiyorum... Ah kimselerin vakti kalmıyormuş durup ince şeyler düşünmeye...

Bak yine gözlerim doldu. Bu normal değil değil mi...

İşte yine aynı, iki gözümün ağlamasından seni soramadım ki... İyi misin artık, huzurlu musun? Dünyaya bir gün ben de zor gelir miyim, gelir miyim yanına...
Konuşur muyuz tamamlar mıyız cümlelerimin karşılıklarını.

Ah Yasemin... Dünya nasıl da bayat... Küf kokuyor hatta. İnsanlar hiç düşünmüyor gitmeyi, bitmiyor savaşları, istekleri, beklentileri...

Kuru köprüyü bilirsin sen de diğmi... Saat gece yarısına yaklaşıyor. Anneannem unutmadığı günlerden birini yaşasa ve küçücük olsam ben yine sırtında anneme babama götürse o köprüden geçerek...

Yıldızlar o kadar yakın olsa, sokaklar o kadar güvenli...

İçimiz o denli huzurlu.

Perşembe, Aralık 10

Hayal Bilgisi İle Sizleri 19. Kez Selamlıyoruz!

HAYAL BİLGİSİ'NİN SON SAYISINI SATIN ALMAK İÇİN TIKLAYIN!



Cihat Albayrak ve Ayşe Ünsal yönetiminde Metamorfoz Yayıncılık bünyesinde yayın hayatını sürdüren Hayal Bilgisi Edebiyat Dergisi 19. sayısına ulaştı.

GÜLTEN AKIN'A ÖZLEMLE

Yeni sayıda kapakta yer alan Gülten Akın resmi Ahmet Uzun tarafından çizildi. 19. sayı "Gülten Akın'a Saygıyla" başlığını taşıyor.

2016 HAYAL BİLGİSİ TAKVİMİ HEDİYE!

Hayal Bilgisi'nin yeni sayısında okurlarına ilk sürprizi, derginin 2011 Mart ayında çıkan 1. sayısından 19. sayısına kadar eserleri yayınlanan tüm yazarlarının isimlerinin yer aldığı ve kapakta yer alan Gülten Akın çiziminin de arka planında olduğu 2016 yılı takvimi... Yaklaşık 250 farklı yazarın isimlerinin yer aldığı takvim, derginin yeni sayısını alan herkese ücretsiz gönderilecek.



HAYAL BİLGİSİ SESLİ DERGİ

Okuru karşılayan ikinci sürpriz ise, dergideki pek çok şiir ve haberin seslendirilmiş olması. Şiir ve haberlerin altında yayınlanan QR kodlar akıllı telefonlara okutulduğunda, Hayal Bilgisi Sesli Dergi'ye ulaşılabiliyor. Bu yenilik, hem sesli şiir dinlemeyi sevenler hem de görme engelli edebiyatseverler için düşünülmüş. Görme engelliler, dergideki QR kodları okutarak içeriğin büyük bir bölümünü dinleyebilecekler. Bu yenilikle, Hayal Bilgisi içeriğini eşzamanlı olarak sesli ortamda sunan ilk edebiyat dergisi oldu.

MEVZUBAHİS: Türkiye'de Edebiyat Alanında Yaşanan Sorunlar Nelerdir?

Hayal Bilgisi, Mevzubahis sayfalarında uzun süredir, sosyal medya hesaplarından sorduğu sorulara aldığı yanıtları yayınlıyor. Bu sayıda, sosyal medya takipçilerine yönelttiği soru: "Türkiye'de edebiyat alanında yaşanan en önemli sorunlar nelerdir?" 15 katılımcının yanıtları ile ülkemizde edebiyat alanında yaşanan sorunlar dile getiriliyor ve çözüm önerileri sunuluyor.

2015 TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ ŞEREF BERATI ÖDÜLÜ

Hayal Bilgisi, Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi işbirliğiyle düzenlenen 7. İstanbul Edebiyat Festivali'nde (Edebiyat Mevsimi) Şeref Beratı ile ödüllendirildi. "Anadolu'da yayın yapmasına rağmen merkez kalitesinde" olduğu gerekçesiyle verilen ödülü derginin yayın yönetmenleri Ayşe Ünsal ve Cihat Albayrak aldılar.



HAYAL BİLGİSİ İYİLİK PROJESİ

Hayal Bilgisi, edebiyat dergisinin yanı sıra birçok sosyal sorumluluk projesi ile özellikle son iki yıldır oldukça hareketli bir ekibin bir araya gelme sebebi. Bu ekip, farklı alanlardaki çabalarını ilk kez derginin 19. sayısında Hayal Bilgisi İyilik Projesi adıyla tanımlıyor ve ilk olarak derginin giriş yazısında bu konuda detaylı bir açıklama yapılıyor. Hayal Bilgisi'nin İyilik Manifestosu denilebilecek bu metin okunmalı! Derginin iç sayfalarında ise "İyilik Atölyesi" ve "İlham Verenler" başlıklı bölümler ile okurlara önerilerde bulunuluyor.

YENİ KALEMLER

Hayal Bilgisi, yazarlarıyla büyüyen, hatalarından öğrenen, eleştirmeyi ve eleştirilmeyi bilen bir dergi. Derginin her sayısında yeni kalemler kendilerine yer buluyor. 19. sayı ise yazarlarının neredeyse yarısının dergide ilk kez yazan isimler olması nedeniyle özel bir sayı. Daha önce hiçbir yerde yazısı yayınlanmamış, ilk eserini Hayal Bilgisi'nin 19. sayısında okuyacağımız isimlerin yanında başka yayınlarda yer almalarına rağmen Hayal Bilgisi'nde ilk kez yazan isimler de var. Özellikle öykü türündeki eserler 19. sayıda dikkat çekiyor.

ANKET SONUÇLARI



Hayal Bilgisi Edebiyat Dergisi ve Edebiyat Haberleri internet sitesi işbirliğiyle yapılan anketlerin sonuçları ilk kez 19. sayıda paylaşılıyor. "Türkiye'de e-kitap fiyatları basılı kitaplara göre yeterince düşük mü?", "Ülkemizde kitap fuarları organizasyon sürecinde tarafsız mıdır?" ve "Türkiye'nin en başarılı kitap yayıncısı kimdir?" sorularından oluşan anketin sonuçları 19. sayıda...

SÖYLEŞİLER

19. sayıda Koton Kitap Genel Yayın Yönetmeni Işıl Ölmez ve şair Mehdi Akan ile söyleşi yapılmış.

DİRİLİŞ ÇAĞRISI

Sezai Karakoç'un Diriliş Çağrısı, Hayal Bilgisi'nin yeni sayısında okura sunulan önemli metinlerden biri.

51 yazarın yer aldığı Hayal Bilgisi 19, Kitap Yurdu'ndan Metamorfoz Yayıncılık'ın her dergiye 1 hediye kitabıyla birlikte temin edilebilir.

İLETİŞİM: 0505 635 15 54
MAIL: editor@edebiyathaberleri.com

Perşembe, Kasım 12

Yasemin -I-

“Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. 
Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun...” T. Özlü



Canım Yasemin,

Bu mektup ellerine ulaşsın isterdim ya da bundan önce yazdıklarım. Evet, bundan önce yazdıklarım aslında. Umudunu kaybetme diye, yalnız değilsin diye, belki bi’gün yine görüşebiliriz diye.

Bıraktığım bahçelerde kaldı adın, bahçenizdeki çeşmeden yanaklarımızdan akıta akıta, kana kana içtiğimiz sularda kaldı yüzün… Tırnaklarımızın arasından toprak, başımızın üstünden gökyüzü, eksilmeseydi keşke. O yılların taşıdığı anlamıyla çağırsalardı bizi. Bahçede toprağın üstüne serdiğimiz örtüye, poşetlere doldurduğumuz oyuncaklarımızı dökerdik ya, sonra oynar oynar yorulur uzanırdık sırtı soğuk toprağa. Hayaller kurardık, gökyüzüne serer serer hava kararınca toplardık hayallerimizi.

Dünya güzeldi o zamanlar gözümüzde, her şey yolundaydı, herkes bir aradaydı. Bi’şeyler yolunda gitmedi mi, babaannemin tespihlerini kapar gelirdim yanına, büyüklerimizin dediği gibi, dua çözerdi her şeyi, Allah’ı anmak yeterdi. Şükretmek lazımdı ve de bugünümüze; Allah daim etsin diye.

Sonra ne oldu; geç mi kaldı dualarımız, yoksa şükrümüz mü azaldı? Yetişemedik bi’şeylere. Babanı kaybettin önce, limon arabasının tekerlek sesi ıssız kaldı. Babaannem gitti sonra. Araya kocaman bir şehrin yolları girdi sanki. Bir telefon, bir karşılaşma beklerken önümüzden sınavlar geçti. Büyük okulların kapılarında buluşacakken, düğününden bile habersiz kalıverdim. Küçücüktün daha, hayallerin bıçak gibi kesildiğinde sen daha çok küçüktün Yasemin. Ömrümün ilk arkadaşı, çocukluğumun masum yüzü. Uzaktan haberlerin geldi hep, ben seni bulmaya çalışırken. Sonra duydum ki aynı şehrin nefesi uzanmıyormuş bile artık yüzümüze. Üç çocuk yetiştiriyordun en son o çocuk halinle. Çok geçti öğrendim şiddetin seni de bulduğunu. Bırak erkek demeyi, ne insanlığa ne de en vahşi hayvanlığa yakıştıramadığım bir insan parçasıymış kaderin. İnsanın kendi canı yandığında da nefesi bu kadar mı?

Çaresi yok mu artık insan yetiştirmenin… Hibrit tohumlar gibi, devamı yok iyinin, vicdanlının, inançlının sanki. İnsanın umudunu çürütmesi nefeslerini kaybetmesi gibi. Hani dermanın olmaz göğüs kafesin kaldırmaz ya içindeki havayı; kalbimin dermansızlığı bu.

Dünya kocaman bir boşluk şimdi, yara bere içinde ve küçücük. Çünkü değerli olan şeyler kocaman yapardı yeryüzünü, hayal ettiklerimiz, geleceğin heyecanı… Hepsi bitmiş gibi şimdi, sen toprağa karışınca dünya azalıvermiş gibi. Acısından ölen insanlar, içlerindeki çocuktan kurtulup da büyük adam olamadı diye dünyaya zor gelenler, giderken küçücük yapıyor buraları. Anlamsız, çelimsiz. Öyle alelade. Bir büyüseydik geçerdi içimizden. Nerden bilelim… Büyüdük. Sen acıdan canına kıydığında hepimiz büyük adamlar olduk. Birdenbire. İçimden kopup gidiyor bi’şeyler. Ve kalbi tükendiğinde ölüveriyor insan. Dua ediyorum, biliyorum binlercesi de… Ama yanlışın çaresi yok. Yanlış insanların, dünyada panzehiri olmayan zehir gibi dolaşan onca yanlış insanın çaresi yok. İnsanlar ne şiddete ne kana doyuyor! Dünyayı kendisinin sananlar bitmiyor Yasemin. Yanılgılar karın ağrısı oluyor hepimize. Geç kalmışlıklar, keşkeler, uzanamadıklarımız. Güneş kendi kendine doğup batıyor da sen bize sor. Artık aydınlıklar da karanlık.

Yüzümüzde her şey kiracı, acı da, mutluluk da; tıpkı kendisi gibi insanın. Dua ediyorum arkandan, daimi hayatında mükafatın bol olacaktır diye inanıyorum sadece. Biraz olsun hafifliyorum. Dünya bu kadar çünkü.


Sen çocuklarında yeniden yeşereceksin, çünkü onları sen yetiştirdin. Unut acılarını, ağrıyan acıyan yerlerini, bitmeyen korkularını, mutsuzluklarını; hepsini unut. Ebedi huzura kavuşurken sen, yüzüne bakamayacak bir insana daha sahip oldu bu topraklar. Ve bütün insansızlığımıza rağmen yağmaya devam ediyor yağmur. Kalbini serinletir gibi…

Ayşe Ünsal, Hayal Bilgisi 18'de yayınlanmıştır.

Salı, Kasım 10

Yasemin...



Canım Yasemin,

Gidişinin ardından ikinci mektubum bu... Zaman yeni acılar doğuruyor. Bugünleri görmemen daha iyi diye bir avuntu... İnsan daha fazlasını sığdıramayacakmış gibi oluyor çünkü. Göğsümüz bu kadar geniş mi?

Sanki pencereler açık kalmış bütün tozu, gürültüsü, iyisi kötüsü içeri dolmuş dünyanın. Öyle geliyor ki bana kıyamet yakın. Bombalar patlıyor. Bütün kelimeler anlamını kaybediyor. Ağızlardan çıkanların ne anlattığını çözemiyoruz. Barış diyorlar savaş çıkıyor, yaşam diyorlar ölüm doğuyor. Zaman çivi gibi batıyor kalbimize... Unutmamalıyız dediğimiz ne varsa siliniyor aklımızdan.

Alışmak ne fenaymış Yasemin. Karınca ezer gibi eziyor zamanın zalimleri insanları... Alışıyoruz... İnsanların gidişine, çocukların katline bile alışıyoruz!
Umut, bir somunun kırıntısı gibi kaldı. İnsana an'a sığdırtıyor olan biten ne varsa. Şu ana dolduruyorum çocukların mutluluğunu. 4 adet kurabiye, bir kitap, bir paket çikolata, sokaktaki kediye bir kutu konserve balık, sorularına cevap verdiğin komşunun çocuğu, ufacık bir teşekkür gelen paketi uzatan kargocuya, biber tohumlarına su, güneşe selam, dünyaya dua... Elimizden o an ne geliyorsa... Yine de serinlemiyor bir şeyler.
Huzur vardı eskiden, fotoğraflardaki yüzlerden okunurdu. En çok siyah beyaz olanlarından. Huzur vardı. Mahallelerin nefesinde bile, akşamın çöküşünde güneşin doğuşunda, ikindinin telaşsızlığında bile. Huzur. Dilimize yakışmıyor, kalbimize yerleşmiyor, dünyaya kendini yakıştırmıyor artık.

Elimdeki tırmık izlerini seviyorum şimdi. Annesiz kalmış ve annesinin hasretine daha fazla dayanamamış minicik yavru bir kedinin, elimde bıraktığı çizikler. Varlığının kanıtı gibi, yaşamıştım ben der gibi duruyor parmaklarımın üzerinde.

Yaşadım ben der gibi, ne bırakacağım geriye diye düşünüyorum şimdi...

İmza:Ayşe

'Kırmızı Rugan Ayakkabılar'ı Çok Seveceksiniz!

Koton Kitap, %100 Okunan Kitaplar mottosunu sonuna kadar hak eden bir kitabı daha Türkiye'de okurlarıyla buluşturdu.

Kapağını gördüğümde beni tam da kalbimden fethetmeye yeten bu kitap: Kırmızı Rugan Ayakkabılar.
Stella Vretou'nun kaleme aldığı bu romanı Koton Kitap için Yasemin Aydın çevirmiş.

Bu sıcacık hikayeyle hepinizin tanışmasını ısrarla öneririm (;

Bir Rum ailesinin 19. yüzyılın ortalarında Zakinthos’ta başlayıp bugüne uzanan uzun yolculuğunu, bu ailenin tarihin kaderlerini mühürlediği tutkuyu, aşkı, yaratıcılığın sevincini, başarısızlığı, yalnızlığı, aile sıcaklığını tanımış erkeklerini ve kadınlarını anlatan etkileyici bir roman.



“İstanbul’un Rum halkı üzerine, yaşanmış ince ayrıntılarla kurulmuş bu güzel roman, bana çocukluğumu ve şehrin ahşap yapılarla dolu olduğu eski zamanları hatırlattı. Benzersiz, kıymetli bir kitap.”
- Orhan Pamuk

Yıllar sonra Atina’daki bir vitrinde gördüğü bir çift kırmızı rugan çocuk ayakkabısı, Nena’yı geçmişe döndürür. Ailesinin 19. yüzyılın ortalarında Zakinthos’ta başlayıp bugüne kadar uzanan uzun yolculuğunu anlatma ihtiyacı hisseder. Nena, İstanbul’da yaşayan bir Rum ailesinin hikâyesini aktarırken dört kuşak geriye gidiyor; tarihin kaderlerini mühürlediği tutkuyu, aşkı, yaratıcılığın sevincini, başarısızlığı, yalnızlığı, aile sıcaklığını tanımış erkekleri ve kadınları anlatıyor. Onların Zakinthos’tan Odessa’ya, oradan İstanbul’a, oradan İzmir’e süren ve nihayetinde, İstanbul Rumlarının yok edilişine ve bir dönemin sona ermesine tanıklık etmiş olan Nena’nın halen yaşamakta olduğu Atina’da son bulan uzun yolculukları bu benzersiz hikâyede hüzün ve şefkatle hayat buluyor.
Çağdaş Yunan romanı “Kırmızı Rugan Ayakkabılar” bizi İstanbul’un eski Rum mahallelerine, adetlerine ve o dönemin yaşanmışlıklarına götürüyor.

Stella Vretou Kimdir?

Stella Vretou, İstanbul’da doğdu. Atina Ulusal ve Kapodistrian Üniversitesi’nin Tarih ve Arkeoloji Bölümü’nde öğrenim gördü. Son yirmi yıldır çevirmenlik yapıyor ve yayınevinde çalışıyor.
KİTABIN KÜNYESİ

KIRMIZI RUGAN AYAKKABILAR
Yazar adı: Stella Vretou 
Yayınevi: Koton Kitap 
Türü: Roman 
Yayına Hazırlayan: Işıl Ölmez 
Çevirmen: Yasemin Aydın 
Grafik Tasarım: Sevgi Aslan 
Kapak Tasarım: Eleni Kaskarika 
Kağıt Bilgisi: Kitap Kağıdı 
Basım Tarihi: Kasım 2015 
Basım Bilgisi: 1. Basım 
Sayfa Sayısı: 384 
Etiket Fiyatı: 27.00 TL 
Çıkış Tarihi: 2 Kasım 2015

Cumartesi, Ekim 3

Hayal Bilgisi Dergisi Sonbahar Sayısıyla Raflarda



Cihat Albayrak ve Ayşe Ünsal yönetiminde yayın hayatına devam eden Hayal Bilgisi Edebiyat Dergisi 18. sayısına ulaştı.


Hayal Bilgisi Edebiyat Dergisi, her yeni sayısında okurlarına sürprizler yaparak yoluna devam ediyor. 

Dergi, 18. sayısından itibaren Metamorfoz Yayıncılık bünyesinde yayın hayatını sürdürecek.

edebiyathaberleri.com adlı internet sitesini yöneten ekip, derginin eser odaklı içeriğine, edebiyat haberlerini ekleyerek, Hayal Bilgisi'ni oldukça zengin bir içerik ile okura sunuyor.

Sosyal medyayı aktif olarak kullanan Hayal Bilgisi ekibi, anketler, soruşturmalar ve söyleşiler ile edebiyat ortamının nabzını tutarken; kapılarını hiçbir yaş grubuna, görüşe, üsluba kapatmayarak ve gönderilen tüm eserleri titizlikle inceleyerek öykü ve şiir içeriği ile de öne çıkıyor.

18. sayıdan itibaren Arif Onur Solak ve Cihat Şit derginin editör kadrosunda görev almaya başlamış.

Yeni sayıda, tarihi romanlarıyla tanınan Eyyüp Altun, Çocuk Atölyesi kurucularından Özlem Özyurt, çocuk edebiyatı alanında eserler veren İdil Pişgin ve Türkiye'nin en genç yazarlarından Ahmet Can Altıok ile söyleşiler yapılmış.

MEVZUBAHİS sayfalarında Türkiye'nin İyilik Atlası çıkarılmış.

Yaşayan en iyi roman yazarımız ve Türkiye'de en çok okunan edebi tür başlıkları ile Edebiyat Haberleri sitesinde yapılan iki anketin sonuçları ilk kez paylaşılmış.

Dergide yer alan edebiyat haberlerinin bazıları ise şöyle: Van Yazarlar ve Şairler Derneği, Yazarların En Çok Okuduğu Kitaplar, Genç Öykücüye Yazı Hayatında Yol Haritası, İçilebilir Kitap, Wattpad'den Roman Oldu: Edebiyatta Wattpad Etkisi, Türkiye'de İnternet Üzerinden En Çok Satılan Kitap, TYB İstanbul Şubesi: Anadolu Edebiyatının Kervansarayı, Yayınevlerinin Yeni Dolandırıcılık Yöntemi, Türkiyeli Şairler Norveç'e Göç Ediyor

Yeni sayıda tanıtılan Vanlı yazar Ömer Faruk Arlı. Okur Kitaplığı'ndan çıkan Adem Turan'ın Hayâl Defteri ve Koton Kitap'tan çıkan Will Wiles'e ait Sakın Yere Bir Şey Dökme adlı kitaplar yeni sayıda incelenen eserler...

18. sayıda eserleriyle yer alan isimler:

Abdülkadir Üstündağ, Muzaffer Develi, Ahmet Kanter, Cihat Şit, Atillahan Erdağ, Emine Köseoğlu, Büşra Dilaveroğlu, Muallim Ayhan Bingöl, Mehtap Altan, Devrim Horlu, Beyza Alioğlu, Hakkı Aytaç, Mervan Söylemez, Tunay Özer, Esra Pak, Emre Gürkan Kanmaz, Hakan İsfa Şahin, Zeki Altın, Yağmur Durukan, Sedat İpek, Saliha Güngör, Seyran Tankuş, Ahmet Uğur Solak, Kevser Evsen, Arif Onur Solak, Cihat Albayrak, Ayşe Ünsal

MEVZUBAHİS sayfalarına görüşleri ile konuk olan isimler:

Şakir Kurtulmuş, Erdal Şahin, Emine Köseoğlu, Ayşe Arıkan, Aycan Solak, Atillahan Erdağ, Arif Onur Solak, İhsan İpek Cankurt, Emre Gürkan Kanmaz, Kevser Evsen, Adige Batur, Aybüke Bykn, Abdullah Ötgün, Muhammed Emin Metin, Faruk Çavuşoğlu, Tunay Özer, Sena Karataşlı, Özlem Aydın Gümüş, Hüseyin Karataş

18. sayıda arka sayfa şiiri Arif Onur Solak'a ait!

Bu sayıyı satın almak için: 

http://www.kitapyurdu.com/yayinevi/hayal-bilgisi-dergi/7753.html

http://www.idefix.com/kitap/hayal-bilgisi/firma_urun.asp?fid=21513

Çarşamba, Temmuz 22

St. Petersburg'da Yasak Aşk - Koton Kitap

"Bazı şeyleri bilmek kolaydır. Örneğin yağan yağmurun senenin ilk yağmuru olduğunu bilmek. Bazı şeyleri bilmek ise kolay değildir. Mesela yağan yağmurun senenin son yağmuru olup olmadığını. Ne de olsa sonrasında yeniden yağmur yağabilir. Seninle tanıştıktan bir süre sonra senin son yağmurum olduğunu anladım. Kimse beni senin gibi, senden fazla mutlu etmeyecek. Gittiğinde kuraklığın başladığını ve sen gelmezsen bu kuraklık döneminin bitmeyeceğini anladım."

-St. Petersburg'da Yasak Aşk

http://www.kitapyurdu.com/kitap/st-petersburgda-yasak-ask/289713.html

Koton Kitap Yayıncılık​

Pazartesi, Mart 16

Olduğu Kadar Güzeldik | Mahir Ünsal Eriş

Hikayeler hayatta başka bir sokaktır. Romanlar uzun yol. Hikayelerde mahalle sıcaklığı... Tıpkı bu kitapta olduğu gibi.
Evde buldum onu, seçtiğim onca kitabın arasında kararsızlığımı bozan bir samimiyetle gözüme takılıp duruyordu. Kapakta bir yaz, eski yazları andıran; bir baba ve oğlun sahile bakan sıcak yüzü. Aile konan bir kapak. Kapağını açıp başladıktan sonrası malum… Bu ilk tanışmamız; Ot Dergisi’ni saymazsak.
Okursunuz ama kimi okuduğunuzu, onu merak ettikten sonra öğrenirsiniz çoğu zaman. Düzenli olarak okunan önsözlerden ve yazarın kısa özgeçmişinden geriye çok şey kalmaz. Ta ki o sizi tekrar beni tanımalısın diye çağırana kadar.

Sayfalar çok da ilerlememişti.  Ya da “Benim adım Feridun” öyle bir hikayeydi ki, “ bi dakka yahu bu yazar nerede yaşıyordu?” diye başa döndüğümü fark ettim. Ayrılık acısının  kendini yiyip bitiren yalnızlığına bir düğünün samimiyet yürekli yalandan akrabaları karışırsa ortaya böyle kalabalık ve tadından yenmez bir öykü çıkıyordu. Sanırım en sevdiğim hikaye bu oldu kitapta.
Bazen yazar size olduğu yerleri öyle bir anlatıyor ki,“kalkıp gitsem ya şuraya” diyorsunuz. Çok Gezenti’nin yaptığı gibi bir şey bu. Erdek’teki çay bahçeleri buna en güzel örnek ve Eriş’in bu güzelim yere biçtiği cümle kurulan hayale en güzel başlık oluyor: “Erdek bir kitap olsaydı, bu çay bahçeleri ilk cümlesi olurdu onun.”Görmek başka diyelim, ya o Bandırma Tostu’na ne demeli. Büyük harfle yazıyorum ki artık benim için özel isimdir. İnsana akşam akşam evde Bandırma Tostu denemesi yaptırdığı için yazara kızasım geliyor. Zaten oldu mu olmadı bilemiyorum; adına Bandırma Tostu dediğim tuzlu salçalı güzel ekmek yarısı.
Oturmuşuz sohbet ediyoruz, anlatıyor da anlatıyor, ama karşısındakini sıkmadan, yormadan, dertlenir gibi, bazen de hayallere dalıp “hey gidi günler” diyerek tebessümle anar gibi çocukluğumuzun telaşsız sıcacık yazlarını; öyle devam ediyor içindeki 8 öykü. Altı imzalı cümleler, kara kalem işaretliler, tebessüm edilenler, iç sızlatanlar, hayal kurduranlar ve yeni kitap var mı diye sorgulatanlarla dolu dolu bitiyor kitap. Elbette ödül alacak bir kitapmış diyorum
 2014 Sait Faik Abasıyanık adına düzenlenen Sait Faik Hikâye Armağanı’nın 60.'sını alan Olduğu Kadar Güzeldik için.Yanında da okur ödülü; bu yılın en birinci öykü kitabı.

Yine İletişim Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde’yi bozduğum sıraya yerleştiriyorum.

Altı Çizilenler 
Benim Adım Feridun’dan
"..bir de yalnızlık var, onu da hesaba katmak lazım. İlk başlarda onsuzluk sanıyorsun bunu ama değil, basbayağı yalnızlık işte. Aynalarda kendini görmekten sıkılacak kadar yalnızlık, yatağa yattığında kendi kokunu duymaktan öğürecek kadar... Kimseyi istemiyorsun yanında, ama durup durup da yalnızlıktan şikayet edesin geliyor. Bir şeyden şikayet edebilmek için bile insan lazım. Öyle hileli bir şey bu. İstiyorsun ki hep senin terk edilişinden bahsetsinler, hep seni yalnız bırakana lanetler okusunlar topluca, "sen de ne çok sevmişsin be kardeşim!" desinler, "hak etmiyor, kızgın alevlere gelsin inşallah; sen hiç üzme kendini!" deyip hep sırtını sıvazlasınlar. Olmuyor ama. Bir dinliyorlar, iki dinliyorlar. Sonra bir bakıyorsun, sen anlatırken onlar telefonlarıyla oynuyorlar, saatlerine bakıyorlar, sigara paketinin naylonundan çiçekler yapmaya uğraşıyorlar. Senin de içinden gelmiyor işte ondan sonra, kendi kendine kalıyorsun. "hay ben böyle aşkın ıstırabını!" deyip kalaylayamıyorsun çünkü, aşk da senin ıstırap da. Ondan sonrası aynada kendi yüzün, yatakta kendi kokun, evin içinde şikayet bile edemeyeceğin, kendi dağınıklığın."

"Tıraş olmak ne garip şey, her seferinde altından gençliğin çıkacak gibi kendi yüzünü kazıyorsun, fakat yine, biraz daha yaşlanmış halin kalıyor eline. Aynadan bakıyor sana öyle geçkin, yorgun…"
“Üçüncü çayı bilmem kaçıncı sigarayla içerken gözüm televizyona takıldı. Böyle yerlere neden televizyon koyarlar acaba? Bu güzel körfezi, iskeleyi, balıkçıları, kedileri, zeytin adası'nı, bisikletleriyle geçen güzel bacaklı kızları, bebek arabalarında karnı tok sırtı pek gülücükler atan insan minyatürlerini seyretmek varken, televizyonda daha cazip ne olabilir ki?”Erdek çay bahçelerinden birinde-
“Hava, anneanne çarşafları gibi serin, tatlı ve güzel kokulu, seriliyordu, oynayan, sağa sola koşuşan, bir şeyler yiyen, sarılan kahkahalarla gülen kalabalığın üstüne.”
“ Yaz akşamlarının, insana yaşadığını hissettiren bir tadı var hakikaten de.”
“Her evin kafa kağıdı sayılabilecek bir kokusu olur hani. O koku orasıdır, bir orası öyle kokar. Kapıdan içeri girince o evin kokusunu duydum. Hafif yazlık, ılık ve o akşam bir şeyler kızartılmış bir kokusu vardı evin.”

Kanatlarımız olsa be Metin

“… şiir seviyorum, öyle gencim. Hayatımda kendi kitabı olan, kanlı canlı ilk insandı o. Birileri gel basalım şunları demişti. Bu, bilgisayar oyununda can kazanmak kadar keyifli bir şey olmalıydı.”
“ Hani, denizde, suyun üstünde bırakırsın ya kendini. Düz yatmak için değil ama, yüzüstü, kollar bacaklar serbest. denizanası gibi.Uzaydaymışsın gibi sanki. o hissi çok özlüyorum ben. Kendi ağırlığımdan kurtulma hissini. Denize gidelim.”

Malibu
“ Yürümeyi de, koşmayı da, düşmeyi de burada öğrendim. Ama kalkmayı öğrenmem için Bandıra’dan ayrılmam gerekti. Ananın babanın kucağındayken öyle tepe taklak düşülemiyordu çünkü.”

“İnsanın canına tak eden şey, gerçekten tak diye keskin bir gürültü çıkarıyorsa, telefonda o sesle konuşmuştu benimle.”
“Okulun içinde hamamböcekleri gibi dolandığımız kapkara önlüklerden kurtulmuş, kravat takmaya başlamıştık artık. Bu benim önemli bir adam olacağıma duyduğum inancın ilk gerçek karşılığıydı. Kravatım vardı, ceket giyiyordum; artık yakalarım kolalanmıyor, gömleklerim ütüleniyordu. Büyümenin daha inandırıcı bir ispatı olamazdı.”

Stoper
"Hayat, kendini öyle bir gelip senin karşına koyuyor ki, hayallerini, umutlarını, çocukluğundan, gençliğinden beri kurduklarını yutturuveriyor sana."

- Ayşe-

Tuğba Sarıünal | Sanrı


SanrıTuğba Sarıünal'ın ikinci kitabı. Destek Yayınları'ndan 2014'ün Kasım'ında roman olarak çıkıp okuyucuyla buluşan kitap, bu haline yine Tuğba Sarıünal'ın yazdığı bir senaryodan uyarlanmış. Bir medikal polisiye olan roman daha ilk sayfasından okuyucuya çok şey vereceğinin altını çiziyor. Öyle ki belki bildiklerinizi okumaktan ya da bilmediklerinizi öğrenmeye başlamaktan mutluluk duyarak elinize kaleminizi alıp not tutmaya başlıyorsunuz.
Roman akıl hastanesinde tedavi gören bir doktorun gözlemleriyle, düşünceleri ve yaşadıklarıyla anlatmaya başlıyor kendini. Mesleğine aşık Doktor Tamer'in en büyük tutkusu ilaçlar. Ilaçlar onun için eşinden, evliliğinden bile önce geliyor. Hayatta heyecanını en canlı tutan etken, bu konuda sürekli kendini araştırma, geliştirmeye veren doktorumuz zekasıyla kendisini takip ettiren bir dizi karakteri gibi. Kimi zaman aklının ona oynadığı oyunlarla sizin de başınız dönüyor, lakin sonra hiç beklemediğiniz biçimde yön değiştiriyor rüzgar.
Tahmin edilenin peşine düşmek sıkıcı gelir çoğumuza, bu kitapta peşini bırakamayacağınız bir hikayenin sıklıkla yanılan tarafısınız. Acabalar aklınızı kurcalarken yanılmak hoşunuza gidecek ve tahmin etmediğiniz bir sonla istemeyerek kitapınızla vedalaşmak zorunda kalacaksınız.
Kitaptan Neler Öğrenmedik ki 
  • Nöroleptik ilaçların, beyindeki sinir hücreleri arasında iletişimi sağlayan dopamin denilen maddenin aşırı etkinliğini yok ederek görülen sanrıları ortadan kaldırıldığını. 
  • Ilaçların mucizevi karışımlar olduğunu biliyorduk. Penisilin in yeşil küf mantarından elde edildiğinden, aspirinin hammaddesinin söğüt ağacı olduğundan, yılanın avını sindirmek için salgıladığı zehirden tansiyon düşürücü üretildiğinden kaçımız haberdardık. 
  • Bulduğu çubuk karakterin yanına bir kutu kola açan Doktor Tamer bize tarihte üretilen ilk kolanın Hazım ilacı olarak eczanelerde satıldığından, bir süre sonra sulandırılarak serinletici bir içeceğe dönüştürüldüğünden bahsediyor.
  • Bebeklerin ilk aylarında kan şekerinin düşmesinin ölümcül olabileceğini, ağlamasalar dahi en az 2 saatte bir emzirilmeleri gerektiğini. Bebeklerin doğumdan sonraki birkaç gün kilo vermelerinin, akciğerlerindeki suyu atmalarından kaynaklandığını ve bunun normal olduğunu ve buradan okumak yerine romanın akışına kapılıp okumanızı tercih ettiğimiz daha bir sürü bilgiyi dimağınıza almak için alıcılarınızı açık tutarak okuyun. 




Yazara Katılıyorum 
"Aslında konuşabilmek insana verilmiş en büyük lütufken, karşınızda doğru dinleyici bulamadığınızda tam bir ızdıraba dönüşüyordu." |sayfa 116
"Konuşamamak bir kadın için en kötü dışavurum yolu olmalıydı, içinde biriktirdiği herşey; öfkesi, kırgınlığı, tutkusu bir türlü azından dökülüp kelimelere dönüşememişti." | sayfa 38
Tuğba Sarıünal okuduğunuz ilk kitabıyla sizi Israrla diğer kitaplarını da okumaya çağıran yazarlardan. Yazarın zekice kurguladığı, her sayfasını merakla okuduğumuz Sanrı'dan sonra sıra ilk kitabı olan Nakil'de.
-Ayşe Ünsal-

Pazartesi, Şubat 16

Kapıya Bırakılan Erkek Ayakkabıları Kadar Kara Bir Ayıp Bu


Karşımda biri varmış gibi konuşmalıyım. Çünkü kendi kendime söylenmekten, kızmaktan, çıkar bir yol aramaktan sıkıldım. Daralıyorum. Kafamın içi susmuyor. Çünkü sanki bu son nokta, bundan sonrası olmaz, bundan sonrası fazla çünkü. Aklım almıyor. Dayanamıyorum. Bir can daha gitti. Özgecan! Kaçıncıydı kimbilir, ama sonuncu değildi. Öncesi çok, sonrası çok. Çünkü tutunabileceğimiz bir umudumuz yok. Allah'tan başka sığınacak bir kapımız yok. O kadar çok bekledik ki, o kadar çok ümit ettik ki; artık bitti! Hiçbir şey yapılmadan, "gündeme taşıyacağız, gereğini yapacağız, hiçbir suç cezasız kalmayacak" söylemleriyle kaç hükümet geçti. Kimse kimsenin yarasına çare olamadı, keşke tuz da olmasaydı...
#sendeanlat hagtagine gelenleri okurken karşılaşıyoruz. Çok korktuk biz, hep korktuk, belli etmeden, kendimize bile çaktırmadan, kimselere adam akıllı anlatamadan korktuk. Başlı başına ayıp gibiydik. Öyle korktuk. Varlığımız günah gibiydi. Kafamızı kaldırıp gözgöze geldiğimiz insanların çoğu bunu söyledi bize habersizce, sessizce. İlla bi’şeylerden kaçmamız lazımdı. Kendimizi hep korumamız...
Hep dolmuş hikayeleri. Ayaktaysak önümüzde kadınların oturduğu yerde durabilme gayreti, sırtımızı otobüsün duvarına yaslama çabası. Oturuyorsak, yanımıza bir erkek oturur mu korkusu, aman oturursa bacaklarını açıp bizi cam tarafına sıkıştırır mı telaşı. Gideceğin durak gelmeden tek kaldığın için kim bilir kaç durak önce inip onca yolu yürümek. Yaşadık. Hepimiz. Eve dönüşümüzde yoldan alırdı şehriler arası otobüsler. Mecbur kalmasak o ağır valizlerle otogara kadar giderdik ama... Yanımızdan geçen kamyonların, araçların korna seslerini duymamak için neler yapmazdık ki. Korna sesleri, atılan laflar. Durağa doğru yönelip sırf kokukutayım diye yavaşlayan araçlar. Elimizde telefon. İçimiz dua dolu. Başımıza bi'şey gelmeden ailelerimize kavuşma isteği. Yanımıza geliveren eli valizli hemcinslerden gelen güven duygusu arada bir. Her anımızı cehennem gibi yaşamışız birbirimize açmadan. Herkeste aynı korku. Yolda yalnız yürürken arkasını durmadan kontrol etmeyen kadın var mıdır? Hava kararmadan eve dönmeliyim diye içini sıkmayan. Sokakta yürürken birileriyle gözgöze gelmekten korkup, aman yanlış anlamasın diye suçluymuş gibi başı önünde adımlayan tüm yolu; kaşları çatık, tebessümü yasak. Adam akıllı sevinemeyen, mutlu olamayan, hissettiğini olamayan… Gideceği yere hızlı hızlı gidip gelmeye çalışan… İşte, okulda, kendi evinde tanımadığın biri kapıyı çaldığında…

Eşi vefat eden kadınların kapıya bıraktıkları erkek ayakkabılar kadar siyah ve katı bir gerçek bu ayıp. Bu öyle bir ayıp ki! Kocasından şiddet gördüğü halde, gece vakti çoluk çocuk yalınayak sarhoş kocası tarafından kapı önüne konduğu halde, ölümünden sonra yine o adama, hatta ayakkabılarına sığınan komşu gibi. Nasıl acı! Nasıl ayıp! Bunu hangi erkek anlayabilir şimdi?

Lisedeydik. Okula yürüyorduk sabah bir kız arkadaşımla. İlla ki geçtiğimiz/geçeceğimiz dar sokakta duvar kenarında yürüyen ben olmasaydım, ayakkabısının arkasına basıp hızla bize doğru koşan sapkın ruhlu vasıfsız benim belime sarılacaktı, yere düşürecekti, arkadaşımın beline sarıldı, benim belime sarılmış gibi. Yerde can havliyle bulduğumuz taşları atmasaydık, çığlık çığlığa tırmalayıp tekmelemeseydik… Yapamasaydık bunları? Ya da yaptığımız halde Özgecan gibi bıçaklansaydık! Yakılsaydık! O yumurta topuk ayakkabıların sesi hala kulağımda. Arkasına basılmış erkek ayakkabısı gördükçe korkuyorum hala, tiksiniyorum. Bize bunları yaşatmaya ne hakları vardı! Dün gece o arkadaşımı gördüm rüyamda, o sokakta koşarken. Üstünden asır da geçse unutmanın mümkün olmadığını biliyorum.
Sonra gözyaşlarıyla okuyorum, hemcinslerimin akrabalarından, komşularından, arkadaşlarından, dahasından dahasından! gördüklerini.

Evet Özgecan’ın tabutunu kadınlar taşıdı. İzin vermediler evet bir erkeğin daha elinin değmesine… Ve bunu bile anlamayanlar var. Buna bile
 “vay efendim bu kadınlar ne yaptığını sanıyor!” diyenler var. Çünkü kadınlar öyle kafalarına estiği gibi bir şeyler yapamazlar! Bi kere bir adamdan izin almalıdır. Bi kere sormalıdır değil mi! Çünkü hala, bütün bunların karşısında bile bilinçaltı küflenen insanlar kadını bir kez daha aciz ve onaylanması gereken bir varlık olarak görmüştür. 
Bir başına nesin sen kadın! Karşındaki erkek müsvettelerini bile bir erkekle korkutmak zorundasın…

Bişeyler düzelsin diye bugün başlamalı her şey, düşünceye bile ceza gelmeli evet. Aman oğlan doğurun, aman erkek yetiştirin kadınlar, sonra kızlarınızı oğullarınıza hizmetçi tayin edin. Aynı durumda oğlana aferin, kıza azar çakın. Varsınız, bu ülkede bu dünyada, bu erkekleri bu hale getiren sizler gibi kadınlar da varsınız. Şiddet gördüğünüz adamları doğurup bir kopyasını yetiştirenler, "sudan sebeplerle sıkıntı çıkarıp oğullarınıza karılarını dövdüren sonra içleri soğuyan kadın kılıklılar siz de çoksunuz ve öyle suçlusunuz ki!
Ve siz medya maymunları, bin türlü dizinizde, haberinizde, sitenizde onunuzda bununuzda kadını cinsel bir objeye dönüştürüp, yerini sağlamlaştıranlar, yazıklar olsun hepinize. "Fatmagül'ün Suçu Ne" dizisinden bile prim yapmaya çalışan, okuduğunu anlayamamış gerizekalılar gibi, o kızın üzerine dökülen rakı diye satışlara kabartma tozu etkisi getiren hastalıklılar! Ve sırf bu yüzden iştaha gelen, içince de gidip karısını döven sırıtık pis suratlı alıcılar! Şimdi ağzınız sulanarak baktığınız arka sayfa kadınlarına üzülmüş gibi yapmayın. Allah aşkına! Aramızdasınız, vicdanlı adam gibi adamlara bile inancımızı törpülüyorsunuz. Kime ne diyeceğimi bilemiyorum ben. Kime kızacağımı, söveceğimi, döveceğimi… Şiddete yaslıyorum başımı öyle öfkeliyim ki, elimize versinler istiyorum bu canileri, adaletin güvenli kollarına bırakılmasınlar artık! Nolur!
 Ve h
ayvan mertebesine bile yükselemeyeceklere hayvan benzetmesi de getirilmesin artık, o canım hayvanlar... Nerde görülmüş onlarda böyle bir ayıp!

Ve ailem, canım ailem, annemm, babamm. Ben ve kardeşim, iyi ki sizin çocuklarınızız. Bizi birbirimizden ayırmayan, hem oğlum hem kızım var diye sevinen, aile içinde bile emir vermeyi öğretmeyen, ricanın inceliğiyle, samimiyetin önce saygıdan geçtiğiyle bizi büyüten benim canım ailem…Ve biricik babam ve erkek kardeşim, erkeğim ben diye kendini kenara çekip her şeyi annesinden, bacısından ya da başka bir kadından beklemeyip, o ailedeki her işi bölüşen, ince ruhlu, inançlı, adam sıfatını tüm suretinde taşıyan adamlar! Ve eşim tabii ki, erkek adam yerinde oturur karısı ona hizmet eder tabusundan uzak, hastalıkta sağlıkta, misafirde, kalabalıkta, varlıkta yoklukta, “bir insanın eşini sevmesi, onun her zaman yanında olması demektir. Yardım etmek kılıbıklıktan değil, sevgiden ve vicdandan gelir.” Diyen yürekli yol arkadaşım. Sizi öyle çok seviyorum ki… İyi ki hayatımdasınız. Korkuların içinde tutunacak el, o karanlıkta gördüğüm ışıksınız. Keşke daha çok olsanız çok… Keşke…

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...



Counters
Free Web Counter