Perşembe, Kasım 12

Yasemin -I-

“Karşı çıkmak istediğim evler, koltuklar, halılar, müzikler, öğretmenler var. Karşı çıkmak istediğim kurallar var. 
Bir haykırış! Küçük dünyanız sizin olsun...” T. Özlü



Canım Yasemin,

Bu mektup ellerine ulaşsın isterdim ya da bundan önce yazdıklarım. Evet, bundan önce yazdıklarım aslında. Umudunu kaybetme diye, yalnız değilsin diye, belki bi’gün yine görüşebiliriz diye.

Bıraktığım bahçelerde kaldı adın, bahçenizdeki çeşmeden yanaklarımızdan akıta akıta, kana kana içtiğimiz sularda kaldı yüzün… Tırnaklarımızın arasından toprak, başımızın üstünden gökyüzü, eksilmeseydi keşke. O yılların taşıdığı anlamıyla çağırsalardı bizi. Bahçede toprağın üstüne serdiğimiz örtüye, poşetlere doldurduğumuz oyuncaklarımızı dökerdik ya, sonra oynar oynar yorulur uzanırdık sırtı soğuk toprağa. Hayaller kurardık, gökyüzüne serer serer hava kararınca toplardık hayallerimizi.

Dünya güzeldi o zamanlar gözümüzde, her şey yolundaydı, herkes bir aradaydı. Bi’şeyler yolunda gitmedi mi, babaannemin tespihlerini kapar gelirdim yanına, büyüklerimizin dediği gibi, dua çözerdi her şeyi, Allah’ı anmak yeterdi. Şükretmek lazımdı ve de bugünümüze; Allah daim etsin diye.

Sonra ne oldu; geç mi kaldı dualarımız, yoksa şükrümüz mü azaldı? Yetişemedik bi’şeylere. Babanı kaybettin önce, limon arabasının tekerlek sesi ıssız kaldı. Babaannem gitti sonra. Araya kocaman bir şehrin yolları girdi sanki. Bir telefon, bir karşılaşma beklerken önümüzden sınavlar geçti. Büyük okulların kapılarında buluşacakken, düğününden bile habersiz kalıverdim. Küçücüktün daha, hayallerin bıçak gibi kesildiğinde sen daha çok küçüktün Yasemin. Ömrümün ilk arkadaşı, çocukluğumun masum yüzü. Uzaktan haberlerin geldi hep, ben seni bulmaya çalışırken. Sonra duydum ki aynı şehrin nefesi uzanmıyormuş bile artık yüzümüze. Üç çocuk yetiştiriyordun en son o çocuk halinle. Çok geçti öğrendim şiddetin seni de bulduğunu. Bırak erkek demeyi, ne insanlığa ne de en vahşi hayvanlığa yakıştıramadığım bir insan parçasıymış kaderin. İnsanın kendi canı yandığında da nefesi bu kadar mı?

Çaresi yok mu artık insan yetiştirmenin… Hibrit tohumlar gibi, devamı yok iyinin, vicdanlının, inançlının sanki. İnsanın umudunu çürütmesi nefeslerini kaybetmesi gibi. Hani dermanın olmaz göğüs kafesin kaldırmaz ya içindeki havayı; kalbimin dermansızlığı bu.

Dünya kocaman bir boşluk şimdi, yara bere içinde ve küçücük. Çünkü değerli olan şeyler kocaman yapardı yeryüzünü, hayal ettiklerimiz, geleceğin heyecanı… Hepsi bitmiş gibi şimdi, sen toprağa karışınca dünya azalıvermiş gibi. Acısından ölen insanlar, içlerindeki çocuktan kurtulup da büyük adam olamadı diye dünyaya zor gelenler, giderken küçücük yapıyor buraları. Anlamsız, çelimsiz. Öyle alelade. Bir büyüseydik geçerdi içimizden. Nerden bilelim… Büyüdük. Sen acıdan canına kıydığında hepimiz büyük adamlar olduk. Birdenbire. İçimden kopup gidiyor bi’şeyler. Ve kalbi tükendiğinde ölüveriyor insan. Dua ediyorum, biliyorum binlercesi de… Ama yanlışın çaresi yok. Yanlış insanların, dünyada panzehiri olmayan zehir gibi dolaşan onca yanlış insanın çaresi yok. İnsanlar ne şiddete ne kana doyuyor! Dünyayı kendisinin sananlar bitmiyor Yasemin. Yanılgılar karın ağrısı oluyor hepimize. Geç kalmışlıklar, keşkeler, uzanamadıklarımız. Güneş kendi kendine doğup batıyor da sen bize sor. Artık aydınlıklar da karanlık.

Yüzümüzde her şey kiracı, acı da, mutluluk da; tıpkı kendisi gibi insanın. Dua ediyorum arkandan, daimi hayatında mükafatın bol olacaktır diye inanıyorum sadece. Biraz olsun hafifliyorum. Dünya bu kadar çünkü.


Sen çocuklarında yeniden yeşereceksin, çünkü onları sen yetiştirdin. Unut acılarını, ağrıyan acıyan yerlerini, bitmeyen korkularını, mutsuzluklarını; hepsini unut. Ebedi huzura kavuşurken sen, yüzüne bakamayacak bir insana daha sahip oldu bu topraklar. Ve bütün insansızlığımıza rağmen yağmaya devam ediyor yağmur. Kalbini serinletir gibi…

Ayşe Ünsal, Hayal Bilgisi 18'de yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...



Counters
Free Web Counter