Çarşamba, Aralık 16

Yasemin III

Yasemin,
Çocukluğumu artık toprak kokusuyla koynunda taşıyan... Gidenler götürürmüş kendindeki hatıraları, artık bunu çok iyi anlıyorum. Karşılığı yok, anlattıkça sessizlik her yer... Artık ben de susuyorum. Kime ne anlatayım.
Sabaha dek, boğazım patlayana kadar ağladığım o geceyi misal. Henüz yaşım üçmüş, üstelik sen yan bahçedeki evdesin. Tanışıyor muyduk o zaman, arkadaş olmuş muyduk? Kesik kesik hatıralar gözümde. Annemle konuştuk geçen gün, evet bak annemle konuşuyoruz arada, "C vitamini bakımından zengin mandalinalar gibi"* hissediyoruz konuştukça. O sıralar taşınırken, beni babaannemlere bırakmışlar, o telaşede bir yerlerde unutulmayayım diye belki, belki de ayak altında dolaşmayayım diye :) Bahçe duvarının hemen ardında yanan o parlak sokak lambası aydınlatırdı evi geceleri. Hatırlıyorum içerde ışık yakmaya bile gerek kalmazdı. Aralarına televizyonu n sonradan görme yabancılık yayan o halini layık görmeyen o samimi ev, bir radyonun esnemesiyle huzurlanırdı. Ve ben o gece annesinden ve babasından uzak düşürülmüş bir çocuktum. Beni bıraktılar mı sanmıştım, unuttular mı sanmıştım bilmiyorum; o uzaklık ağlatıyordu iki gözümü.
O geceye çeviriyorum yüzümü bugün de yaşım 30 'a dayanmışken, hala annesinin, babasının uzağına düştüğünde düşecekmiş korkusu yaşayan bir çocuğun kalbini taşıyorum. Canım yanıyor. Kendi ellerimle koyduğum uzaklık, yalnızlık, hırçınlık ve sessizlik doğuruyor. Artık belki de hiçbir şey anlatmıyorum. Kime ne anlatayım.
Ah Yasemin, gidenlerle paylaşmak daha mı kolay, canının yanmayacağını bildiği için sanırım insan, gevezelik yapabiliyor.
İçimde tuhaf bir his var. Hiç doğmayacak hüzünlü bir çocuk büyüyor sanki içimde.
Çocuk. Dünyanın karanlığıyla büyüyor güzellikleri çoğaltmaya çalışsak da.

Karşı komşum kek getirmiş, olsaydın da paylaşsaydık şimdi. Bu mis gibi koku sadece davul fırınlarda pişen keklerde var artık anladım. Akşamdan kalma bir bardak da çay. Vecihi merakla ekrana bakıyor, harfler çoğalırken.

Harfler çoğalırken ben ruhumun tüm inceliklerini törpülüyorum yine. İnsan canı yandıkça nasıl da değişiyor, anlatıyorum sandıklarıyla, anlaşılamadıklarıyla... Anlaşılamadıkça daha da hırçınlaşıyor kalbim, cümlelerim daha da keskinleşiyor, acıtıyorum, can yakıyorum, sadeleşiyorum... Ah kimselerin vakti kalmıyormuş durup ince şeyler düşünmeye...

Bak yine gözlerim doldu. Bu normal değil değil mi...

İşte yine aynı, iki gözümün ağlamasından seni soramadım ki... İyi misin artık, huzurlu musun? Dünyaya bir gün ben de zor gelir miyim, gelir miyim yanına...
Konuşur muyuz tamamlar mıyız cümlelerimin karşılıklarını.

Ah Yasemin... Dünya nasıl da bayat... Küf kokuyor hatta. İnsanlar hiç düşünmüyor gitmeyi, bitmiyor savaşları, istekleri, beklentileri...

Kuru köprüyü bilirsin sen de diğmi... Saat gece yarısına yaklaşıyor. Anneannem unutmadığı günlerden birini yaşasa ve küçücük olsam ben yine sırtında anneme babama götürse o köprüden geçerek...

Yıldızlar o kadar yakın olsa, sokaklar o kadar güvenli...

İçimiz o denli huzurlu.

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...



Counters
Free Web Counter