Cumartesi, Ekim 16

'İki Dil Bir BavuL'



Geçenlerde izlediğim bir belgesel filmdi 'İki Dil Bir BavuL'..
İnsan, hayvan, doğa, tarih, bilim, edebiyat, vs.. konusunu nerden alırsa alsın belgesel olsun, diyen bir belgesel delisi olarak 'Hayatımda izlediğim en güzel belgesel' ödülüne de layık gördüm kendisini..
Gözlerimde bir çocuk ışıltısı, sanki idealim buymuş da erişmeme az kalmış gibi izledim..oysa ki yollar ne kadar da farklı..


Bu belgesel yeni mezun olmuş bir sınıf öğretmeninin doğuda bir köye atanmasıyla başlayan bir yıllık eğitim-öğretim hayatını anlatıyor bize..
herşey herkes gerçek..
başını ne yazık ki kaçırmış olduğumdan bu öğretmenin köye gelişini, öğrencilerle tanışmasını, köye yerleşmesini görüp şahit olamadım..bitiminde en çok buna üzüldüm..yeniden rastlamayı umuyorum, kanal rehberine sık sık bakarak..


Öğretmenle öğrencilerin anlaşmaya çalışma çabalarıyla dahil oldum belgesele..
Çünkü çocuklar- hemen hemen çoğu- Türkçe bilmiyor, öğretmen de zerre kadar Kürtçe bilmiyordu..
İşi çok zordu anlayacağınız..
yıllardır burnumuzun dibinde duran bir gerçek vardı..
yıllardır, kendimizi bildik bileli aslında, sökülmüştü de dikilmesi için alfabe gerekiyordu sanki..ve bir başka dil..
o bölgede kalmış insanların, yani terör gerekçesiyle oraya buraya göç ettirilmeye çalışılmamış insanların, en yalın anlatımıydı bu belgesel..
işte ayan açık önümüzde duruyordu..
o kadar masum, o denli  saf ve o kadar öğrenmeye bilgiye aç..
kendi halinde yaşamı yol edinmiş, hayat ne getiriyorsa onu yaşayan, hayatlarımızın sadeleştirilmiş ve aslında 'mutlu' haliydi gördüğüm..evet..


kadınlar su çekerek çamaşırlar yıkıyor,o çamaşırları taşlarla döverek kirini pasını akıtıyor, sonra da kurusun diye taşlara seriyorlardı..bu görevi sıklıkla çocuk bedenlerin büyük elleri de üstleniyordu..
bu eller kendilerinden küçük kardeşlerine de bakıyordu aynı zamanda..
ve bir taraftan da çocukluklarına kaldıkları yerden devam ediyorlardı..


onların topraktan ve soğuktan çatlamış, esmerleşmiş elleri vardı..
o ellerden biri kaleme alışmaya çalışırken diğer eli defterin sayfasının kenarını tutuyordu kırışmasın diye..
gözlerindeki ışıltıyı öğretmenleriyle buluşturduklarında o genç adama bazen hayran bazen merak dolu bakışlar fırlatıyor kalemlerinin sayfalarla buluşmasına her seferinde daha düzgün çizgiler eklemeye çalışıyorlardı..


Öğretmenin çabası takdire şayandı o kesin..
kapının önünde oturan öğrencilerle konuşuyor ve "beni anlamıyorsunuz değil mi" diyordu gülümseyerek.."ben de sizi anlamıyorum, bilmiyorum ne olacak" ekliyordu sonuna da..yıllardır kimsenin çözemediğini çözmek için ya da sökülmüş yerlerini dikip iki dünyayı bağlamak için gönderilmiş gibi bir ödevi vardı sanki..
yaşadığımız hayat öylesine ortaktı..ama uzak düşmüştü işte..bir taraf almış başını gitmiş diğer taraf kendi haline bırakılmıştı..manzara buydu..ama bu belgeselde halinden şikayet eden asla! yoktu..o çocuklar tanımıyordu çünkü uzaklardaki hayatı görmemişlerdi..(tanımalarını da istemedim aslında izlerken..böyle mutlulardı çünkü..mutlulardı!)
ve onlar aslında eskiden bizim de yaptığımız gibi koca dünyanın büyük kaşifleriydi; kendi oyunlarını kendileri keşfediyor, kendi mutluluklarını kendileri kuruyorlardı..yüzlerine yerleştirdikleri 'bayram yeri' gülüşleriyle..

Sonra mevsimler kışa dönmeye başladı..
Öğretmen ve öğrenci işbirliğiyle yakılan sobanın başında daha da ısınan hayatlar alfabeyi sökmeye başladı..
heceleri birleştiriyor, yavaş yavaş okuyorlardı..
genç öğretmen her biriyle yanlarına oturarak tek tek ilgileniyor..hece hece okutuyor, yazıyor, ödev veriyor..sıra diğer öğrenciye geliyordu.( ki tabi bu genç adam arada çıldırıyordu da:)..annesi en büyük sırdaşı ve arkadaşıydı belli ki ve iyi ki telefon vardı:) )
iki öğrenciyi çıkarıp elele tutuşturarak tahtaya yazdığı 'el ele' sözcüğünü aslında tercüme de ediyordu..:)
çocuklar yavaş yavaş Türkçe'yi, öğretmen de az buçuk Kürtçe'yi söktü:)
Andımız ezbere okunmaya ve okutulmaya başlandı..

gözlerimi dolu dolu yapan öyle sahneler vardı ki..bunlardan biri de; evlerinde beton üzerine serili birkaç parça kilimden ve minderden başka bir şeyleri olmayan çocukların okuldan gelir gelmez yere uzanarak büyük bir açlıkla hevesle ödevlerinin başına oturmaları, bir çalışma masasına konforlu bir sandalyeye sahip olmadan buz gibi betonun üzerinde soğuktan esmerleşmiş elleriyle alfabeyi sökmeye çalışır halleri..( bu görüntü size neler düşündürüyor? bana öyle çok şeyi düşündürüp farkettirdi ki..)
ve ödevleri yapmış olmanın huzuruyla kapının önünde oynamaya  çıkan çocukluğumun dalye'sini geri getiren oyunları..


ardından bahar geldi..23 Nisan'ı gösterdi takvimler o sıcak şirin okulun önünde toplanıp bu günün anlam ve önemini soru cevap olarak işlediler..ardından öğretmen en arkada öğrenciler önde bir 23 Nisan şarkısı söylediler..:)Bayramı da güzelce kutladılar:)bende bir heves bir heves imrenerek izlemeye devam ettim tabii..:)

Fidan dikildi sonra genç fidanlar tarafından genç öğretmenleriyle, güneşli bir bahar günü..
veli toplantıları yapıldı..
öğretmen köyde velilerin evlerinde ağırlandı..onların içini inceden inceye sızlatan ve bizim bu sızıya belki de hiç bir zaman dahil olamadığımız konular karıştı sohbete..
yaşadıklarını anlatan baba Türkçe'yi öğreneli 11 yıl olmuştu..işe girerken sorulan kaç dil biliyorsunuz sorusuna da tabiki 2 diyecekti..
ve bununla dalga geçen aklı eksik bayan! içini sızlatacaktı o da dil mi diye..

ortada cahillik var evet..bu her alanda da kullanılıyor malesef..terör illetinin nerden geldiği, amacı,kimlerle işbirliği yaptığı bilindiği halde ordaki vatandaşların cahilliği kullanılarak üstlerine yıkılıp birt kürt sorunu olarak gösterilmeye çalışılıyor..o insanlar buna alet ediliyor!..onların gerçek sorunları hiç ediliyor..biz de önümüze sürülen açılımlardaki isim reformuna yetişmeye çalışıyoruz..bu konuda pek birşey söylemeye gerek yok aslında herşey ortada biraz düşünen neyin ne olduğunun farkında..
diğer yandan yine cahillik..konuşmasını öğrenemeyen insancıklar tarafından yaralanan yüreklere dönüşüyor..

bu ülkede insan taklidi yapan çok insan var malesef..ama sanırım bilmiyorlar 'doğmak insan olmaya yetmiyor!'

geçen gün bir programda kadının biri 10 çocuklu fakir bir ailenin babasını soygunculukla suçlarken - ki adam cahil, üçkağıt yapacak halde değil yüzünden belli- sunucu el koydu..sonra başka bir adam mikrofonu alarak dedi ki: "bu insanların yaptığını ima ettiğiniz üçkağıda bağıracağııza kravatlı dolandırıcılara ses çıkarabilseydiniz keşke!..işte o zaman bu söyledikleriniz mümkün bile olmazdı!.."
susuyorum ne denir doğru söze..ne eklenir..
"herkes hakettiği gibi yönetilir" demişti Çanakkale'de şehitliği gezerken tabyalardaki topların bir zamanın başbakanı tarfından başka ülkelere satıldığını! duyduğumuzda gezi grubundan bir bey, bir de şehitliğin karşısına dikilen villaların kimlere nasıl parsellendiğine şaştığımızda..ben orda da susmuştum..ne denirdi ki..

buraya nerden geldim sahi..??!
uçurumlarla dolu yerleri var yaşadığımız yerin zira..buna kim bir şey diyebilir ki..başka başka kökenlerden, milletlerden gelen insanlarla(aslında başından beri orda varolan da) huzur içinde yaşamayı bize zehir zıkkım eden! bir tek bu konuda belki de kendi halimize bırakılamıyoruz!

iki dünya vardı sanki izlerken önümde de..
biri sadeleşmiş bir hayatın zor yükünü sırtlanmıştı, diğeri kolaylaştırılmış bir hayatın kibirli ve ağır çantasını..
hangisini tercih ederdim.??.gözüm ekrana kaydı..

kafamda bir ton düşünce dolaştı durdu ama izlerken duyduğum huzurun tarifi yoktu..anlatamam..
nasıl özendim nasıl imrendim o öğretmene..
sabrım yetmez dediğim bugünün çocuklarından çok farklı gördüklerim..'aa gerçekten çocuk' diye sevinerek heyecanlandığım o minik yüreklerle, kendimize ait bir okulla, kendimize göre bir hayatı önümüze alıp elele vererek alfabeyi sökerdik biz de evet!..
bilinçaltıma yer etmiş hayalimin kıyısına itilmiş bir meslek varmış gibi aydınlığa çıktı sanki bir düş gibi..hala düşünüyorum..

yaz geldi belgesele ardından, öğretmen öğrencileriyle vedalaştı..eski bir arabanın arkasına bavulunu atıp seneye görüşmek dileğiyle yola çıktı öğretmen..çocuklar ardından el salladı araba kaybolana dek..

belgesel sona erdi..ve bana bu belgeseli hatırlatan cümleye geri döndüm: 'mutlu musun' diyordu kadına adam okuduğum kitapta..
mutluluğu gördüğüm en son kare gibi canlandı işte gözümde..

mutluluğa sahip olmak için ne gerekiyor diye sorsaydı zira ben; 'hayatta daha az şeye sahip olarak(daha çok konfor mahiyetinde tabikii) hayatın getireceklerini umut ederek yaşamak' derdim..

giderek komleks bir hal alan hayatımız elektronik cihazlar tarafından işgal edildikçe mutluluğun kaçacak delik aradığı kesin..

bense 'kaybolmuş bir kentin eskicisi gibi makineleşmeye karşı duyguları toplar buldum kendimi..'*



İzlemenizi öneririm kesinlikle eğer daha evvel rastlamadıysanız; bu yazıya gözü değip, uzayıp gitmiş haline inat sabırla okuyan sevgili okuyucular:)
internette de var zira..ben bu bilgisayarla izleyemiyorum o ayrı:)

sağlıcakla kalınız ;)..
         

*"kaybolmuş bir kentin eskicisiydi; makineleşmeye karşı duyguları topluyordu." hüseyin eroğlu

Ebr-i nisan: 04: 10

6 yorum:

Seda Tolan dedi ki...

bu tespite katılıyorum aslında yazdıklarının hepsine canım.
içinden çıkması zor bir durum herkes için artık hassas bir nokta.
umarım herşey çok daha iyi olur.bunu görebilirz inşallah.

belgeseli izlemedim ama izlemiş kadar oldum çok güzel anlatmışsın çok da duygulandım.yüreğine sağlık canımm.
en kısa zamanda da izleyeceğim kesin:)

Ebr-i Nisan:) dedi ki...

çok çok teşekkür ediyorum güzel yorumlarınız için;)

evet malesef..bilemiyorum nereye gider bu yol??..eskiden her gün gördüğümüz insanın kökenini falan merak eden yoktu, şimdi mmillet köken öğrenme derdine düştü..şu sıralar azaldı sanki ama..
hepimizin insan olduğunu unutuyoruz sık sık o belli..sorunlar da insanları ayıklayarak çözülmeyeceğine göre..
aslında herkes kendi eksiğiyle uğraşıp önce kendindekileri tam yapmaya çalışsa..ne biliyim..
dünyaya kazık çakacakmışız gibi bir halimiz var..neyi bölüşemiyoruz sorusu da bundan sonra anlamını yitirse iyi olur..'biz misafiriz; dünya da misafir terlikleri' olduğuna göre;)

arkashx dedi ki...

bir filozof derki''gözlerimizi kapatan bağın renginin ne önemi var?''ister türklük kırmızısı ister kürtlük yeşili ne önemi var ki tarihin,evrensel doğruların ve vicdanın kesiştiği kavşakta parıldayan hakikati göremedikten ve söyleyemedikten sonra..ancak siz..bana göre 'öteki' olarak konumlandırılmaya çalışılan siz..o kadar bensiniz ki...ve o kadar gzüel anlatmışsınız ki filmdeki ızıdrabı ve yorumlamışsınız ki yaşananları..benim çocukluğumun o filmdekinden tek farkı belki şansım da diyebilirm buna şehirde büyümüş olmam..dolayısyla türkçeyi, konuşmaya başlar başlamaz kullanabilmem..ama biliyorum o coğrafyada doğduklarından itibaren yüklenirler çocuklar sırtlarına hayat denilen,oralarda kahra dönüşen macerayı..tifüs sıtma dizanteriden kurtulabilirlerse şanslıdırlar.. yaşamlarının bir aşıya bağlı olduğunu öğreneli çok olmadı daha...bilmez çoğu muzun tadınıı bilgisayar oyunlarını ranzalarda uyumayı kendilerine ait bi odalarının olmasını..duvarları yıkık dökük, çoğu zaman damı akan,sobalarında şehirli ve modern çocukların bilmediği tezeklerin yakıldığı, kışın rutubet kokan, yazın akrep yuvalarına dönüşen , köyün çoğunlukla wc si hususi olan tek betonarme yapısıdır oralarda okul…küçük pencereleri tavana yakın, toprak damlı kerpiç evlerin bağrından çıkan çocuklar büyük bir iştahla üzeri salçalı ekmeklerini yiyerek koyulurlar devletin o soğuk ve yabancı yüzüne doğru yola. ..çokça kalabalık hanelerde lakin ıssız dünyalarında büyüyen, yanakları soğuktan yada sıcaktan hep kavruk, ayaklarında angara lastiği yada ayakkabıların en lüksü sayılan mekaplarla yürürler çağın ıslahhanesine..emre öğretmen bir yabancı..belki onun da çocukluğu sefalet içinde geçmiştir..sefalet ortak paydalarından biri geri kalmış ülke halklarının..çocuklar onun iyi biri olduğunu biliyorlar.. anlamasalar da ne söylediğini ilk başta ..dili farklı olsada kalplerinde merhametin sürgün verdiği herkesin ortak dili ya sevgi.. ve işte tutunuyorlar ona..dilleri dönmesede gözleriyle dileniyorlar hakları olanı...yani herkes gibi olmayı..yani tadına varmayı pastaların dondurmaların çukulataların…
sonra bitlerden bunalıp kaşınırken resimlerde görürler aliyi ayşe yi.. severler onları..ali topu atacak onlar dünyayı tutacaktır !ayşe ipten atlayacak onlar ipe tutunmaya çalışacaktır…öğreneceklerdir A yı Byi Cyi...Adaleti Barışı ve Cesareti...sonra…sonra öğretecek emre öğretmen onlara yaşamanın direnmek olduğu kadar hayatın güzel de olduğunu..
canı gönülden tebrik ederim..yüreğinize sağlık..

Ebr-i Nisan:) dedi ki...

"olamadığımız yerleri var hayatın" der senai demirci çok sevdiğim bir yazısında..bu şekilde yaşayan insanların onca zamana rağmen aynı yerde ve aynı eksiklikte kaldığını gördükçe 'olamadığımız yerleri' çoğalıyor hayatın..içimiz titriyor, acıyor, gözlerimiz yanıyor..sonra yetişemiyoruz yeniden..bunları herkes biliyor oysa..herkes farkında..asıl farkında olması gerekenler de farkında üstelik! ne acı..
birşeylerin üzerine yıkarak bazı şeyleri gönül rahatlatıyrlar sanki..sonuç bundan ibaret..

ama bir de işin hakiket bölümü var..hakikati arayan ve bilen için hakikati, bütün dengelerin değiştiği sonsuzluk..

bir arkadaşım var; bel fıtığı var, sürekli ağrıları, panik atak, yaşadığı ortam,..o kadar çok sıkıntı çekiyor ki bazen..beraber kaldığımız zamanlarda her seferinde acile taşınmışlığımız var..birgün dedim ki ona: "seni bazen çok kıskanıyorum elde değil, Mevlam seni ne kadar çok seviyor..".."bütün acılarımı unuttum " dedi bana o zaman..

"dünya gibi cennet başlı cehennem görmedim" diyor düş sokağı sakinlerinin solisti bir şarkılarında..bazı (şanslı) insanlar dünyada cehennemi görüyor evet..Allah sevdiği kulunun hesabını dünyada gösterirmiş ya..
işte bu yüzden düşünüor insan kim daha şanslı diye..dengeler değişiveriyor..
bugün inancına sığınılan insanlar önlerinde neyin ve kimin yontusunu oluşturuyorlar..??
asıl mesele burda başlıyor..

sizin yüreğinize sağlık..tüm güzel yorumlarınız için8içimi titreten bu yorum için de ayrıyeten..)..bakıp geçebilirdiniz de..katıldıklarınız, beğendikleriniz, eleştirdikleriniz olduğu halde belki..hiç oralı olmayabilirdiniz..var öyle insanlar çünkü(doğal hakları karışamam oayrı tabiki;)
ama bi yorum cesareti bazen, ya da birşeylerin farkında durma çizgisi işte buna ihtiyacımız var..ve böyle insanlar daha güzel yapacak yarınları..umut süreklidir..
teşekkür ediyorum;)

Emir dedi ki...

'bir yorum cesareti'; duyarak izlemişsiniz..

izlediğim belgesel filmler arasında en başta gelenlerdendir İki dil bir bavul..

yarasını bilmeyenlere bile rastlanır.
siz farkedersiniz oysa kanadıklarından haberi yoktur orda yaşayan çoğu insanın.
ve içinizde duyduğunuzda gerçekten insansanız emin olun daha çok yanar canınız.
burda o acıyı duydum ben.
bunu hisseden o samimi güzel yüreğinize sağlık!

umuyorum herşey daha aydınlık olacak,olmalı!

Ebr-i Nisan:) dedi ki...

"yarasını bilmeyenlere bile rastlanır.
siz farkedersiniz oysa kanadıklarından haberi yoktur orda yaşayan çoğu insanın.
ve içinizde duyduğunuzda gerçekten insansanız emin olun daha çok yanar canınız.
"
evet..doğru tespit..
teşekkür ederim..
ama ne kadar..
duymak bazen nafile..daha fazlası lazım..
bir'liğin resmi lazım..
bir olmanın..
ayrı ayrı birbirinden güzel kültürlerin birlikte görünen şahane tablosu..

eyvallah sizin de yüreğinize sağlık..'bir yorum cesareti'niz için de.)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...



Counters
Free Web Counter