Perşembe, Mart 24

Barış Manço Gitmeden...



5. sınıf bitmişti. Karnelerimizi, takdirlerimizi almış, yıl sonu müsameresini sunmuş hızla boşalan okul bahçesinde sudan çıkmış balık gibi kalakalmıştık. Kaç kişiyle sarılmış, kimlerle uzun uzun vedalaşmıştık artık net değil hiçbiri gözümde; lakin beş kişi, okul bahçesinde bir yere çökmüş yüzümüzün ıslaklığını siliyorduk, bundan sonra ne olacağını merak ederken. Öznur, Ayşenur, iki Hilal ve ben... Hatırladığım yüzler ve isimler... Milli Eğitim Vakfı İlkokulu'na öğrencisi olarak son bakışımızdı ve az evvel artık ailemizin bir parçası olarak gördüğümüz sınıf öğretmenimize sarılmış, vedamızın burun akıntısını önlüğümüzün kollarında kurutmuştuk. Alıştığımız yerden kopmaya başlamıştı hayat, tam her şeyi yerli yerine oturtmuşken, tam da her şeye ayak uydurmuşken, bilmediğimiz bir dünyaya büyüyüvermiştik birden.

Bacakları kısa sıralara sığmıyorduk artık evet, birinci sınıflardan bir hayli uzun sayılırdık, hatta sınıfımızdaki erkek öğrencilerden bile ve öğretecekleri bitmişti ilkokul ders kitaplarımızın bize. Ne olmasını bekliyorduk ki... O gün, beş kişi bir daha öğrencisi olarak giremeyeceğimiz okulun kapısına bakarken neler geçiyordu aklımızdan tek tek sayamasam da; ilk ayrılığımızın acısı çöküyordu iyiden iyiye yüreğimize. İdrak ediyorduk bir daha hep birlikte bir yerlerde aynı anda olamayacağımızı... Beslenme çantalarından ve suluklardan, her gün yüzünü gördüğümüz ve hiç durmadan gözüne girme çabasını taşıdığımız sınıf öğretmenimizden, iki elimizin parmaklarını geçmeyecek kadar sayıdaki öğretmenlerden ve sırf bu yüzden, sırf herkesi tanıyıp bilebiliyoruz diye içimizde bilmeden hissettiğimiz o güven duygusundan ayrılıyor olmak tarifi imkansız bir hüzne boğuyordu bizi...


Teneffüs zili çaldığında son hızla duvara çarpan kapıları ve içerde güç bela tutuluyorlarmış havasını taşıyan öğrencilerin itiş kakış bahçeye koşturmalarını sanki bir daha göremeyecekmişiz gibi tekrar tekrar canlandırıyorduk gözümüzde... Birinci sınıfta hecelere ayırdığımız kelimeler gibi dağılacaktık, doğruydu; her birimiz başka bir cümleye dahil olacaktık. Belki bir daha kalemimizi açmak için çöpün başında tahtadaki zor sorunun çözümü bitene kadar bekleyemeyecektik. Kalorifer peteğine kalemimizi falan düşüremeyecektik ya da sınıf panosuna asılmayacaktı yazdığımız şiirler... Okul bahçesinde ardımıza mendil bırakmayacaktı yağ ve bal satan arkadaşımız, kantinde Tombi almak için ya da sabah kahvaltı yaptığım halde sıcak simit almak için sıraya giremeyecektim, Halley bir lüks olamayacaktı belki de... Bodrum katındaki sınıfların toz kokusunu duyamayacaktık bir daha... Saçlarımıza taktığımız kurdelelerin ve yakalarımıza iliklediğimiz yakalıklarımızın kolalanmasına gerek kalmayacaktı çünkü onlara da gerek kalmayacaktı. Temizlik kolu öğrencileri, tırnaklarını kesmeyen ve mendilini getirmeyen arkadaşımızı öğretmene şikayet edemeyecekti. Ayşenur'un kışları mandalina kokan, yazları sık sık minik keklerle dolan beslenme çantası hiç açılmayacaktı yanımda ve beni sık sık kızdıran Rasim'in yakasını yırtıp giderken ona Resiiim diye bağırıp kızdıramayacaktım. Mevsim şeridi gibi geçiyordu gözümüzün önünden beş yıl. O gün o bahçede, yazın neşesi yerine ayrılığın acısını yaşayan beş arkadaştık... Cesurduk aşı sırasında hepimiz ama bağışıklık kazanamamıştık henüz hayata... Oysa Barış Manço hala hayattaydı, o günlerde hala ailemiz gibi sevip inandığımız ekran yüzleri vardı, sıcacık evlerimizde huzurla yapılan pazar sabahı kahvaltıları sonra. Hepimiz çoktan su çiçeği çıkarmış üstüne bir de kabakulak olmuştuk. Çözülemeyen sorularla ve yalancılarla ve hainlerle ve ikiyüzlülerle henüz karşılaşmamıştık... İçimize doğmuştu belki de ilerde tanışacaklarımız. Korkularımız bundan mıydı bilinmez; hayat alıştığımız yerden kopmaya devam edecekti...

Sonra alıştık ayrılıklara, Barış Manço gittikten sonra, yaprak gibi dökülen sevdiklerimizin gidişine ve sanki hiç bitmeyen sonbahara.. Alıştık gibi.. Anlatamadıklarımıza ve bizi anlamayanlara; biraz da... Çocuklara karıştı o günlerin çocukları, kaygıların en babalarıyla tanıştı. İçinde bulunduğumuz bahçeler büyüdü, parmak hesabıyla sayamadıkça tanıdıklarımızı güvendiğimiz her şey küçülüverdi sanki..
İp atladığımız bahçenin asfaltını kaçıncı kez dökmüşlerdir kim bilir, müdürün arabasının yanında Ali Vapura Kaç Kez Binmiş İstanbul'da İnmiştir... Kar kaç kez yağıp kalkmıştır okulun kapısına uzun uzun baktığımız yerden, zil kaç defa çalmıştır, kaç kişinin elması kızarmış, kitaplık kolları öğrencilere kaç kitap dağıtmıştır... Bahçede kaç ağaç kalmıştır, okul yolundan kaç otobüs geçmiştir...
Kaç arkadaş okulun son günü o kapıya bizim gibi bakmıştır...

Hayat alıştığımız yerden kopmaya devam ediyor, büyüdüğümüz yerden yeniden başlamaya.. Ben mi, ben aslında hep korkmuştum alışmalara...

23 Mart 2016 | Dünya

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...



Counters
Free Web Counter