Güneşli bir ikindi üzeri. Eşimin
bilgisayarından odaya doluyor Imany 'in sesi 'you will never know' diyor. Huzur
bir demliğin ıslığını duymak kadar yakın ya da eşinin nefesini hissetmek kadar
ve bir şarkıyı birlikte mırıldandığını farketmek kadar birdenbire...
Olsa olsa yine böyle bir günde anlatırdım
seni kitap! Kitaplar şarkı söylese mesela, bu kitap bas bas bağırarak 'hayat
bayram olsa'yı söylerdi. Sabah uyandığınızda sizin yerinize perdeleri açıp
güneşi içeri davet eder, çayı ocağa koyar, gidip bir koşu sıcak ekmek ve simit
alır, dönerken çizgileri hafiften silinmiş seksek'in üzeriden zıplar, kuşlara
ekmeğin burnundan kahvaltılık bırakıp uyanan mahallenin açılan pencerelerinden
taze sabahlar toplardı. "Çok şükür bu sabaha da uyandım" dedirtip
dünyaya çarşaf çarşaf serilmeye çalışılan tüm olumsuzluklara rağmen, başınızı
kaldırıp umutla göz kırpmanıza sebep olabilecek bir kitaptan bahsediyorum.
Hayat Güzeldir'in Türkçe dublajlı halinden. :) Yani 'Delireceğim de
Vakit Bulamıyorum!'dan. :) Daha ismini duyar duymaz 'alıp bağrıma
basmalıyım!' dediğim Mine Sota'nın son kitabından.
Öncesinde bir ikisi hariç neredeyse tüm kitaplarını okuduğum bu kadının
yazdıkları insana nasıl da iyi geliyor bildiğimden geciktirmedim edinmeyi;
eşimin ve Ptt Kitap'ın desteğiyle. :)
Uğultusu giderek bollaşan bir dünya oluyor
malum yaşam alanımız. Kaba taslak görüntülerle devriliyor günler, birer
ikişer; bugün güneşin kaçıncı doğuşu bilmeden, takvimler üzerinde yolunmayı
bekleyen sayfalar biriktirirken, 'farkında olmadığımız kadar eğlenceli
bir hayat vardı aslında bir de tersten bakayım' demeye itiyor. Hem de öyle
sade ve mütevazi… Her gün gördüğünüz insanlara yakından bakmaya çağırıyor
sizi. Zira apartman hayatını, komşularınızı, dolmuşta gördüklerinizi, hastanede
yaşadıklarınızı, sokaktaki çocukların oyunlarına kadar aslında en bilindik ve
yaşanılan haliyle aktarırken "aaa vallahi aslında ben de tam onu
diyordum" dedirtiveriyor tebessümle. Görmediklerinizi aslında
gördüğünüzü gösteriyor da diyebilirim J
Bazı kitaplar vardır içinde oturup eski
bir Türk filmi izliyormuşcasına ağlarsınız okurken, bazıları da vardır
böyle nerde olduğunuzu unutup kıkır kıkır kendi kendinize gülersiniz. Bu
sebeple eğer aldırış ediyorsanız insanların size ’ay deli herhalde’ bakışları
atmalarına, halka açık alanlarda okumamanızı tavsiye ederim.
Özellikle de okurken evimizin en güzide
köşesinde sergilediğim kitap sizi zamanda yolculuğa da çıkartabiliyor misal,
çocukluğunuz sıcacık.
Kitap Bahriye Teyze'nin bir zamanlar
romatizmaya iyi geldiği söylenen şu iki ucu topuzlu bakır bileziğinden
bahsederken ben, iki tarafındaki geniş pencerelerden güneşi bol bol içine alan
odada anneannemin divanın üzerine kısa ayaklı tahta bir masanın üzerine kurduğu
kahvaltıyı anımsıyorum; kolunda aynı bilezik, elinde mavi demliğin içinde
haşlanan iki yumurta.
Aşk'ı da içinden geçiren sayfalar
70'lerindeki bir teyzenin hissiyatından süzülüyor. “Ne
güzel seviyordu kocasını. Demek aşk onsuz olamamaktı. Demek aşk yerine hiç
kimseyi koyamamaktı. Demek aşk, ölmemesi karşılığında bacağının kırık olduğuna
sevinip ağlamaktı.” Böylesi dupduru,
karmaşıklığın coğrafyasından ayırıveriyor… Hani bu kadar basit sevgiyi tarif
etmek, elle tutup, gözle görmek…
“Eski saman kağıdından mamul ve açtıkça
büyüyen bu kağıt parçasından bir eski zaman kokusu yayıldı. Şu fırfırlı kenarlı
örtüleri olan divanların, üzerinde dar ağızlı alüminyum sürahi duran tahta
masaların ve ikindi güneşinin yaslanıp dinlendiği geyikli halı asılı duvarların
bulunduğu odaların kokusundan…” Yeniden çayımı alıp o
divana oturuyorum... Kitapta Zühtü Amca’nın Bahriye Teyze’ye yazdığı mektubu
okumaya başlıyorum. “İstiyom ki sabah gözümüzü beraber
açalım, ölüüken de beraber kapatalım. Aaşam tarladan eve dönünce eşikte senin
lastiklerini görüverim be Bahriye. İçeeden senin pişiidiğin yemeklerin kokusu
gelsin… Başımın değil kalbimin üstünde yerin var ay paaaçam benim…” satırlarıyla
biterken mektup, sanki Bahriye Teyze’nin sel basmış eflatun gözlerini
taşıyorum. Dünya böyle güzel bir yer… ‘Toprağı kazsan yine sevgi biter’ bi yer
dünya…
'Bu burada bitmez' bir yazıya dönüşmeden,
altını çizdiğim satırlarda yeniden kahkahalara gömülürken kendimi tutamayıp tüm
kitabı size yazmaya kalkışmadan arka kapakta sıcak yaz günlerine buz gibi
limonata kıvamındaki yazıyla sonlandırmak istiyorum. Ve tabii ki Carpe
Diem’den çıkan ve şu an elimde 4. baskısını tutmakta
olduğum ‘Delireceğim de Vakit Bulamıyorum!’u cümlenize tavsiye
ediyorum! Tebessümle... (:
“Dünya telaşındaki yorgunluktan,
unutulmaya yüz tutmuş yaşama sevincinizin bam telini titretecek bu kitapta, her
zaman söyleyecek bir çift lafı olanların, attığı çığlıkları kimseye
duyuramayanların, en sevdiği yemek ucundan koparılmış taze ekmek olanların,
üzgün insanların attığı kahırlı bakışları yerden alıp öperek alnına koyanların,
havalar ısınınca leğene su doldurup çimmeye kalkanların, çiğnediği sakızı
kaybolmasın diye kafasının tepesine yapıştıranların komik momik hikâyeleri var.
“Yalnızlıktan şikâyetçiyim kosmer bey!”
diyorsanız bu kitabın doğal telaşına kendinizi bırakın.”
Carpe Diem Yayınları, 4. Baskı, Ocak 2013
İstanbul, 193 sayfa
'Mine Sota' Kim ki?
1972'de dünyada doğdu. Saklambaç oynadı,
okula gitti, otobüs kuyruğunda sıra bekledi, Türk filmleri izledi, gazetelerin
verdiği ansiklopedilerden almak için kupon biriktirdi...
Kendini bildi bileli yazar olmak istedi.
Tabi kastettiği 'Gönül yazar' değildi. İlk yazı çalışmaları evdeki duvarlara
keçeli kalemle serbest yazım şeklinde başladı. Sonra kağıda geçti. Bilgisayar
virüsünün insanlara bulaşmadığına ikna olunca yazmaya bilgisayarda devam etti.
Çeşitli dergilerden okurlarına seslendi. Yazmaya devam ediyor...
Diğer Kitapları
İlk okuduğum kitabıdır kendisi :) |
Sokakta yürürken bir televizyon muhabiri size pat diye mikrofon uzatıp 'En son ne zaman delirdiniz? Ağladınız? Sevindiniz? Merhamet duydunuz? Şımardınız? Âşık oldunuz? Acıdınız? Sinirlendiniz? Gözünüzden yaş gelene kadar güldünüz?' diye sorarsa, bu soruların cümlesine birden 'Mine Sota'nın son kitabını okuduğumda.' diye cevap verebilirsiniz.
Bir ömrü bir güne sığdıran bir kelebek gibi, hayattan hayata konan bu kitap, size 'Aman çimlere basmayalım, aman turistlere iyi davranalım, vergimizi de ödeyelim…' dışındaki iyilikleri de hatırlatacak, hatırlatmakla da kalmayıp içinizde, herkese merhamet etmek, yamuk yaptıklarımızdan özür dilemek, efendime söyleyeyim sokağa fırlayıp çevrede dolaşan insanları 'Hepinizi çook seviyorum, canlarım benim!' diye sımsıkı kucaklayıp çay ısmarlamak, keçi gibi ağaçlara tırmanıp erik toplamak, ıslık çalarak su birikintilerinde zıplamak gibi istekler de doğuracaktır.
Sayın okur! Sayın okur!
Acilen bu kitabın iç sayfalarından bekleniyorsunuz!
Cenevre Üniversitesi Gıdıklamadan Güldürme Ana Bilim Dalı Başkanlığı’nca okunması önerilen bu kitap bilmek, didiklemek ve hemen akabinde gülmek isteyenler için Mine Sota atölyelerinde kalp ve zekâ prodakşınlığında yazılmıştır.
Ünlü Türk düşünürü Sibel Can’ın da dediği gibi “Senin sevdiğin hırkamı giydim, senin geçtiğin yollardan geçtim, senin indiğin vapura bindim, senin aldığın kitabı okudum.” aşkı ve sadakatiyle okunacak bu kitapta bizzat siz, biz, onlar, şunlar ve de bunlar anlatılmaktadır…
Düşüncelere ve düşlere rahatça sürülebilen macun kıvamındaki bu şifalı kitap, anında hücrelere nüfuz edip ruhsal şişkinliğe ve kafa yorgunluğuna birebir gelme özelliğine sahiptir.
Aç karnına ya da tok karnına alınması no problemdir.
Gülmeye aç moralleri doyurduğu halde egoları bir gram bile şişmanlatmaz. Çocukların erişebileceği
yerlerde bulundurulmasında da hiçbir mahsur yoktur.
Bu kitabı okuyun, dünyaya bakışınız değişsin. Otursun dünya size baksın. Oh olsun!
Bu kitap, asla dublör kullanamadığımız, kısa ya da uzun metrajlı hayat filmimizde geçen acıklı ve sinirli sahnelerin içine sinmiş gülünç yanları "Gel bakim sen buraya" diye ensesinden yakalayıp önümüze koyan yüz seksen sayfalık bir eldir. Tam düğün dernek kurulmuş, limonatalar masalara konulmuş ve damat Kartal Tibet, gelin Filiz Akın'a gülümserken, birinin anîden salona girip "Durun! Siz evlenemezsiniz! Siz kardeşsiniz!" demesi gibi beklenmeyen oyunbozanlıkları ve o esnada Suzan Avcı'nın ayağa kalkıp "Durmayın! Siz evlenebilirsiniz, caizdir. Siz kardeş değilsiniz. Kızımın babası şu klarnetçidir." demesi gibi yine her şeyin birdenbire yoluna girmesi ihtimallerini bünyesinde barındıran hayatın fazlası var eksiği yok bir doğallık ve canlılıkla anlatıldığı bu kitabın okuyanlara, "Ammmaaann! Madem gülmekten ölemiyoruz, o zaman biz de ölmekten güleriz." dedirtebilecek mistik bir güce sahip olduğu da kafadan atılmaktadır…
Valla ben okuyanın doğrucusuyum; gereği düşünülen her şey bu kitapta!
Bu kitabın ölüyü bile güldürdüğü, kiloluk kahkahanın toptan fiyatına perakende satıldığı, derde kedere “Aman boş ver be!” dedirttiği ve bozuk morallerin Mine Sota atölyelerinde itina ile tamir edildiği söyleniyor.
“Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman” diyenlerdenseniz bu kitap seçiciliğinize fena halde hitap edecek. Titizlenmenize değecek.
Neron’un bu kitabı bulamadığı için sinirinden ortalığı yaktığı, Kleopatra’nın, “Önce ben okuyacağım” diye kendisini sokmaya çalışan yılanın ümüğünü sıktığı, Rapunzel’in tutuna tutuna kuleden aşağı inip, sırf bu kitabı almak için kitapçıya kaçmak maksadıyla saçlarını uzattığı tarihi atmasyonlarda yer almaktadır. Zenginlerden alıp fakirlere veren Robin Hood’un bu kitabı okumayanlardan alıp okuyanlara verdiği de rivayetler arasındadır.
Hiçbir şey hakkında her şeyin anlatıldığı ve her şey hakkında pek çok şeyin didiklendiği bu kitap, sadece sizi güldürmekle kalmayacak, bunu etrafınıza da bulaştıracak. Kısacası bu kitabı aldığınız takdirde sizi de bir gülmek alacak.Haydi, kitapta gülüşürüz...
Baylar, bayanlar!
Şu elimde görmüş olduğunuz kitap; her kitapçıda bulunmakla beraber, içindeki şaşırtıcı, afallatıcı, yer yer gülerken gözden yaş getirtici hikâyeler bu kitaptan başka hiç bir yerde bulunmamaktadır. Kitabı ilk açtığınızda içindekiler bölümüne bakarken, aslında kendi içinizdekilere bakacaksınız. Su içerken okunması, karşınızdakine püskürtme ihtimali sebebiyle önerilmez. Son okuma tarihi, taşınırken kaybolana, ya da bir arkadaşınıza verilip bir daha geri alınmayana kadardır. Gülümseme ışığında ve gönül ısısında muhafaza ediniz…
"Sağlıksız koşullarda fikir ürettiğiniz için bu beyni kapatıyoruz." titizliğine varacak bir hassasiyetle kaleme alınmış olan bu kitaptaki düşündürmeler, düşünürken güldürmeler, gülerken kıvrandırmalar tamamıyla yerindendir. Lütfen alıcılarınızın ayarıyla oynamayınız...
Dikkat! bu kitabı okuduktan sonra hepinize olanlar olacak! Meseka birine selam vermek yerine "Aman borçlu çıkarım şimdi, neme lazım." deyip tırıs tırıs kaçmak yok artık yok. Geçtiii! "Koş Necdet Abi kavga var!" diye el alemin seyrine bakmak da yopk. Sonra öyle, ziyaret saatleri dışında hastanın yanına kaçmak için, kapıdaki görevliye Andersen'den masallar anlatıp adamı hasta etmek de yok. Hali hazırda ne kadar olan biten varsa, bu kitapta yok!
Görgüsüzlüğün verdiği geçici rahatlıktan dolayı kenara köşeye saklanmış her türden davranış ve de davranamayış, bu kitapta sotaya yatmış Mine tarafından zonklatılıyor... İnsanın sinirini minirini, gamını kasavetini, çıbık makarna gibi hup diye içine çekiveren bu kitabın daha ilk sayfasını çevirdiğinizde, içiniz dışınıza çevrilecek.
Sakın okumakla biter sanmayın!
Asıl her şey okuyup bitirdikten sonra başlayacak...
"Şu hayatta daha bir gün görmedim be!" diyenler!
Okuyun ve gününüzü görün!
Ailenizin yazarı Mine Sota tarafından yazılan bu kitapta neler yok ki…
Karpuz çekirdeğinin içine sığdırılmış karpuzun, bir türlü kırağı çalmayan acı patlıcanların, her zaman söyleyecek bir çift lafı olanların, değirmenlerini taşıdıkları suyla döndürenlerin, attığı çığlıkları kimseye duyuramayanların hikâyeleriyle dolu bu kitap…
Saman saklarken, zamanı saman edenlere, "Kayınçomun arabası var, benim niye yok?" diye içi içini yiyenlere, "Kaynanam al dedi, git dedi, al kendini git dedi" diyenlere, hayrını görmek için çocuğunun okuldan mezun olup iş bulmasını bekleyenlere, "Ağzı olan değil parası olan konuşur kardeşim, oof off" diye ay sonunu gözleyenlere "Ammaaan her şey olacağına varır. Haydi, eller havaya oh ohh!" dedirten bu kitap, moral bozukluğunuza da feleğini şaşırtır.
Üstelik canlıdır. Korkmayın elinizi ısırmaz ama sizi parmak izinizden tanır. "Ben senin kitabınım. Başkasına yar olmam" der, ellerinizden öper ve sizi hiç bırakmaz. Oldu da kendisini alıp eve götürmediniz, arkanızdan ağlar. Gene de bırakıp giderseniz siz geri dönene kadar sizi özler... Sizin her hâlinizi beğenir.
"Aa en çok hangi hâlimi beğeniyor acaba?" diye merak ediyorsanız, onu okuyun ve ne hâliniz varsa görün. Pardon, ne hâliniz varsa gülün.
Tın tınn tınn!
Dikkat! Dikkat!
Konya yerine Kenya uçagına binip Hanya'yı Konya'yı görenlerin..."Su binanın girisi nereden?" diye sordugu kisinin "Yandan" demesi üzerine dayanamayıp "Amaaan yandann altmıs, yetmiss" diye göbek atanların... "Sonunda uzaydan dünyaya semsiyeyle atlayacagım o olacak haa" diyenlerin... Dügünde halay çekerken, teee Bulgaristan sınırına geldiginin farkında olmadan hâlâ "Teyy teyy!" diye bagıranların...
Dünyadaki yerçekimiyle beraber 'dertçekimi'ne de maruz kalıp "Beniggm buu deerdim niisyigaaannnn!" diye türkü çıgıranların... Duvarın dibine çömelmis, bir yandan oyundan çıkarıldıgı için aglayıp bir yandan da elindeki dondurmayı yalayan çocukların... Sevdigi kızı istemeye giderken, dayanamayıp aldıgı çikolataların hepsini yiyenlerin...
Gelip geçen arabaların rüzgarından bir o yana bir bu yana savrulan, bir türlü yere konamayan yorgun naylon posetlerin... Birlestirip eski hâline getirebilmek için kırılan kalbinin parçalarını bir ömür arayanların...
İyilik yaptıkları için, "Vay enayiler!" denen insanlara, "Vay en iyiler!" dedirten kitap çıkmıstır.
"Ciddi Ciddi Komik Kitaplar" serisinin vazgeçilmez yazarı Mine Sota yepyeni kahkaha tufanı ile yeniden raflarda.
Hayatın içinden belki de her gün şahit olduğumuz komik, düşündürücü, eğlendiren, eğlendirerek öğreten olayları ince ince dokuyarak bir sinema filmi tadında sunuyor bizlere.
Dört gözle beklenen Mine Sota kitabı bu sefer daha öncekilerden de iddialı. Herkesi hayatının bir köşesinden mutlaka yakalayacak ve kendi mahallesine sürükleyecek. Kitapta anlatılan olayları etrafınızda görmeye başladıkça kendinizi gülmekten alamayacaksınız!
Acilen bu kitabın iç sayfalarından bekleniyorsunuz!
Cenevre Üniversitesi Gıdıklamadan Güldürme Ana Bilim Dalı Başkanlığı’nca okunması önerilen bu kitap bilmek, didiklemek ve hemen akabinde gülmek isteyenler için Mine Sota atölyelerinde kalp ve zekâ prodakşınlığında yazılmıştır.
Ünlü Türk düşünürü Sibel Can’ın da dediği gibi “Senin sevdiğin hırkamı giydim, senin geçtiğin yollardan geçtim, senin indiğin vapura bindim, senin aldığın kitabı okudum.” aşkı ve sadakatiyle okunacak bu kitapta bizzat siz, biz, onlar, şunlar ve de bunlar anlatılmaktadır…
Düşüncelere ve düşlere rahatça sürülebilen macun kıvamındaki bu şifalı kitap, anında hücrelere nüfuz edip ruhsal şişkinliğe ve kafa yorgunluğuna birebir gelme özelliğine sahiptir.
Aç karnına ya da tok karnına alınması no problemdir.
Gülmeye aç moralleri doyurduğu halde egoları bir gram bile şişmanlatmaz. Çocukların erişebileceği
yerlerde bulundurulmasında da hiçbir mahsur yoktur.
Bu kitabı okuyun, dünyaya bakışınız değişsin. Otursun dünya size baksın. Oh olsun!
Bu kitap, asla dublör kullanamadığımız, kısa ya da uzun metrajlı hayat filmimizde geçen acıklı ve sinirli sahnelerin içine sinmiş gülünç yanları "Gel bakim sen buraya" diye ensesinden yakalayıp önümüze koyan yüz seksen sayfalık bir eldir. Tam düğün dernek kurulmuş, limonatalar masalara konulmuş ve damat Kartal Tibet, gelin Filiz Akın'a gülümserken, birinin anîden salona girip "Durun! Siz evlenemezsiniz! Siz kardeşsiniz!" demesi gibi beklenmeyen oyunbozanlıkları ve o esnada Suzan Avcı'nın ayağa kalkıp "Durmayın! Siz evlenebilirsiniz, caizdir. Siz kardeş değilsiniz. Kızımın babası şu klarnetçidir." demesi gibi yine her şeyin birdenbire yoluna girmesi ihtimallerini bünyesinde barındıran hayatın fazlası var eksiği yok bir doğallık ve canlılıkla anlatıldığı bu kitabın okuyanlara, "Ammmaaann! Madem gülmekten ölemiyoruz, o zaman biz de ölmekten güleriz." dedirtebilecek mistik bir güce sahip olduğu da kafadan atılmaktadır…
Valla ben okuyanın doğrucusuyum; gereği düşünülen her şey bu kitapta!
Bu kitabın ölüyü bile güldürdüğü, kiloluk kahkahanın toptan fiyatına perakende satıldığı, derde kedere “Aman boş ver be!” dedirttiği ve bozuk morallerin Mine Sota atölyelerinde itina ile tamir edildiği söyleniyor.
“Zeytinyağlı yiyemem aman, basma da fistan giyemem aman” diyenlerdenseniz bu kitap seçiciliğinize fena halde hitap edecek. Titizlenmenize değecek.
Neron’un bu kitabı bulamadığı için sinirinden ortalığı yaktığı, Kleopatra’nın, “Önce ben okuyacağım” diye kendisini sokmaya çalışan yılanın ümüğünü sıktığı, Rapunzel’in tutuna tutuna kuleden aşağı inip, sırf bu kitabı almak için kitapçıya kaçmak maksadıyla saçlarını uzattığı tarihi atmasyonlarda yer almaktadır. Zenginlerden alıp fakirlere veren Robin Hood’un bu kitabı okumayanlardan alıp okuyanlara verdiği de rivayetler arasındadır.
Hiçbir şey hakkında her şeyin anlatıldığı ve her şey hakkında pek çok şeyin didiklendiği bu kitap, sadece sizi güldürmekle kalmayacak, bunu etrafınıza da bulaştıracak. Kısacası bu kitabı aldığınız takdirde sizi de bir gülmek alacak.Haydi, kitapta gülüşürüz...
Baylar, bayanlar!
Şu elimde görmüş olduğunuz kitap; her kitapçıda bulunmakla beraber, içindeki şaşırtıcı, afallatıcı, yer yer gülerken gözden yaş getirtici hikâyeler bu kitaptan başka hiç bir yerde bulunmamaktadır. Kitabı ilk açtığınızda içindekiler bölümüne bakarken, aslında kendi içinizdekilere bakacaksınız. Su içerken okunması, karşınızdakine püskürtme ihtimali sebebiyle önerilmez. Son okuma tarihi, taşınırken kaybolana, ya da bir arkadaşınıza verilip bir daha geri alınmayana kadardır. Gülümseme ışığında ve gönül ısısında muhafaza ediniz…
"Sağlıksız koşullarda fikir ürettiğiniz için bu beyni kapatıyoruz." titizliğine varacak bir hassasiyetle kaleme alınmış olan bu kitaptaki düşündürmeler, düşünürken güldürmeler, gülerken kıvrandırmalar tamamıyla yerindendir. Lütfen alıcılarınızın ayarıyla oynamayınız...
Dikkat! bu kitabı okuduktan sonra hepinize olanlar olacak! Meseka birine selam vermek yerine "Aman borçlu çıkarım şimdi, neme lazım." deyip tırıs tırıs kaçmak yok artık yok. Geçtiii! "Koş Necdet Abi kavga var!" diye el alemin seyrine bakmak da yopk. Sonra öyle, ziyaret saatleri dışında hastanın yanına kaçmak için, kapıdaki görevliye Andersen'den masallar anlatıp adamı hasta etmek de yok. Hali hazırda ne kadar olan biten varsa, bu kitapta yok!
Görgüsüzlüğün verdiği geçici rahatlıktan dolayı kenara köşeye saklanmış her türden davranış ve de davranamayış, bu kitapta sotaya yatmış Mine tarafından zonklatılıyor... İnsanın sinirini minirini, gamını kasavetini, çıbık makarna gibi hup diye içine çekiveren bu kitabın daha ilk sayfasını çevirdiğinizde, içiniz dışınıza çevrilecek.
Sakın okumakla biter sanmayın!
Asıl her şey okuyup bitirdikten sonra başlayacak...
"Şu hayatta daha bir gün görmedim be!" diyenler!
Okuyun ve gününüzü görün!
Ailenizin yazarı Mine Sota tarafından yazılan bu kitapta neler yok ki…
Karpuz çekirdeğinin içine sığdırılmış karpuzun, bir türlü kırağı çalmayan acı patlıcanların, her zaman söyleyecek bir çift lafı olanların, değirmenlerini taşıdıkları suyla döndürenlerin, attığı çığlıkları kimseye duyuramayanların hikâyeleriyle dolu bu kitap…
Saman saklarken, zamanı saman edenlere, "Kayınçomun arabası var, benim niye yok?" diye içi içini yiyenlere, "Kaynanam al dedi, git dedi, al kendini git dedi" diyenlere, hayrını görmek için çocuğunun okuldan mezun olup iş bulmasını bekleyenlere, "Ağzı olan değil parası olan konuşur kardeşim, oof off" diye ay sonunu gözleyenlere "Ammaaan her şey olacağına varır. Haydi, eller havaya oh ohh!" dedirten bu kitap, moral bozukluğunuza da feleğini şaşırtır.
Üstelik canlıdır. Korkmayın elinizi ısırmaz ama sizi parmak izinizden tanır. "Ben senin kitabınım. Başkasına yar olmam" der, ellerinizden öper ve sizi hiç bırakmaz. Oldu da kendisini alıp eve götürmediniz, arkanızdan ağlar. Gene de bırakıp giderseniz siz geri dönene kadar sizi özler... Sizin her hâlinizi beğenir.
"Aa en çok hangi hâlimi beğeniyor acaba?" diye merak ediyorsanız, onu okuyun ve ne hâliniz varsa görün. Pardon, ne hâliniz varsa gülün.
Tın tınn tınn!
Dikkat! Dikkat!
Konya yerine Kenya uçagına binip Hanya'yı Konya'yı görenlerin..."Su binanın girisi nereden?" diye sordugu kisinin "Yandan" demesi üzerine dayanamayıp "Amaaan yandann altmıs, yetmiss" diye göbek atanların... "Sonunda uzaydan dünyaya semsiyeyle atlayacagım o olacak haa" diyenlerin... Dügünde halay çekerken, teee Bulgaristan sınırına geldiginin farkında olmadan hâlâ "Teyy teyy!" diye bagıranların...
Dünyadaki yerçekimiyle beraber 'dertçekimi'ne de maruz kalıp "Beniggm buu deerdim niisyigaaannnn!" diye türkü çıgıranların... Duvarın dibine çömelmis, bir yandan oyundan çıkarıldıgı için aglayıp bir yandan da elindeki dondurmayı yalayan çocukların... Sevdigi kızı istemeye giderken, dayanamayıp aldıgı çikolataların hepsini yiyenlerin...
Gelip geçen arabaların rüzgarından bir o yana bir bu yana savrulan, bir türlü yere konamayan yorgun naylon posetlerin... Birlestirip eski hâline getirebilmek için kırılan kalbinin parçalarını bir ömür arayanların...
İyilik yaptıkları için, "Vay enayiler!" denen insanlara, "Vay en iyiler!" dedirten kitap çıkmıstır.
"Ciddi Ciddi Komik Kitaplar" serisinin vazgeçilmez yazarı Mine Sota yepyeni kahkaha tufanı ile yeniden raflarda.
Hayatın içinden belki de her gün şahit olduğumuz komik, düşündürücü, eğlendiren, eğlendirerek öğreten olayları ince ince dokuyarak bir sinema filmi tadında sunuyor bizlere.
Dört gözle beklenen Mine Sota kitabı bu sefer daha öncekilerden de iddialı. Herkesi hayatının bir köşesinden mutlaka yakalayacak ve kendi mahallesine sürükleyecek. Kitapta anlatılan olayları etrafınızda görmeye başladıkça kendinizi gülmekten alamayacaksınız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder